Çaresizliğin öğrenilmesi
Bir fil, küçük ve güçsüz iken, büyük ve kalın bir demir zincir ile bir kazığa bağlanır. Güçsüz haliyle ne kadar sağa sola doğru gidip gelse ve zincirden kurtarmaya çalışsa da kendini, bunu başaramıyor bir türlü. Çünkü belli bir uğraştan sonra bunun, gücünü aşan bir durum olduğunu kabulleniyor.
Belli bir zaman dilimi geçtikten sonra fil, doğal olarak büyüyüp, gelişiyor. Bununla birlikte, bir tondan fazla bir ağırlığı dahi, sadece hortumuyla kaldırabilir güçlüğe erişiyor.
Fil, epeyce bir güce sahip olmasına rağmen, aynı kazığa bağlı durumdadır. Bağlı bulunduğu kazığı, rahat bir şekilde söküp atabilecek güçlükte olmasına rağmen, bundan kurtulmak için bir çaba göstermiyor ne yazık ki artık. Çünkü ne yaparsa yapsın, kazığı yerinden dahi oynatamayacağı düşüncesi koşullanmış zihnine.
Tıpkı, bir kavanozun içerisine hapsedilen pirelerin, her zıplayışlarında, kafalarının kavanozun kapağına sert bir şekilde çarpması nedeniyle, belli süreden sonra, kavanozun kapağı açıldığında dahi pirelerin artık kafalarını çarpmamak için daha fazla zıplamamaları.
Ya da zıplasalar dahi kapağın yüksekliğine erişmeden, kendilerini tekrar kavanozun aşağısına doğru bırakmaları gibi. Eğitimde, bu gibi durumlar öğrenilmiş çaresizlik olarak tanımlanır.
Peki, öğrenilmiş çaresizlik, sadece hayvanlara özgü mü? Yapılan birçok deney ve araştırma sonucu, bu kavramın, insanlar üzerinde de benzer etkiyi gösterdiği görülmüştür.
İnsanlar da aynı şekilde, zihinlerine hapsettikleri düşüncelerle hareket eder. Daha doğrusu hareket edemezler denilirse daha mantıklı olur. “Ne yaparsam, yapayım hiçbir zaman olmayacak ya da bu durum, hiç değişmeyecek” dediklerini duyarız etrafımızdakilerin çoğu zaman.
En çok öğrencilerimden duydum ben mesela. Küçücük zihinlerinde bile, özgür kalması gereken ne kadar çok düşünce vardı hâlbuki.
Ya da kendimiz de söyleriz aynı şekilde. Tabi düşünce, zihin içerisine hapse mahkûm edildi mi asıl o zaman daha anlamsız olmaya başlar her şey.
İlk önce düşüncelerin özgür kalması gerekiyor bu yüzden.
Genelde insanlar da aynı şekilde, belli bir uğraş verdikten sonra belirlediği hedefe ulaşamadı mı, bu olumsuz düşünceyi zihnine hapseder ve bu durum, intihara dahi varacak boyuta ulaşır ne yazık ki.
Peki, sorumluluk dışarıdan herhangi birinde mi? Yoksa insanın kendi kafasına hapsettiği düşünce de mi? Asıl bunun sorgulanması lazım.
Peki, birkaç gün önce, atanamamakla birlikte iş bulamadığı için veya en azından hakkında böyle bir iddia öne sürülen ve daha gencecik yaşta yaşamına son veren öğretmen adayının ve görüp duyduklarımızın dışında benzeri durumla karşı karşıya kalan, daha birçoklarının zihnine hapsolan düşünce neydi?
Burada, özen gösterilmeyen ve düzenli işlemeyen bir sistem var doğrudur. Ancak fikir, görüş ve düşüncelerin, kafa içerisine hapsedildiği gerçeği de inkâr edilemez bir gerçektir.