Film Perdesi
Çocukluğumda bazı konulardan korkardım. Bilhassa filmlerin heyecanlı yerlerinde iki elimle gözlerimi kapar, parmaklarımla kulaklarımın duymamasını sağlardım. Neden korkardım onu da da pek hatırlamıyorum. Hatta Lorel ve Hardy’nin filmlerinde birbirlerini tokatladığı zaman bile, herkesin kahkahalarla güldüğü bu sahnelerde, ben gözlerimdeki yaşlara hakim olamazdım. Yatılı okulumuza kimi zaman Kayseri Teyyare fabrikası olarak bilinen askeri hava alanına, Amerika’dan görevliler askeri hava alanına gelirler, oradan bizim okula film getirirlerdi. Okulda bir sinema odamız vardı, hepimizi oraya toplarlardı. Gelen yeni vizyon filmi, orada seyrederdik. Filmde vur kır olduğu zaman, ben hemen ellerimle gözlerimi kapar, kulaklarımın duymaması için önlem alırdım. Sinema odası karanlık olduğundan, benim bu zayıf noktamı kimse görmezdi.
Yatılı okulda en önemli kural kimseye eksik veya zayıf noktanızı göstermemeniz gerek. Bir konuda eksik olduğunuzu eğer fark ederlerse çocuklar, bu konuda hemen üzerinize gelmekte tereddüt etmezlerdi. Bir sınıf arkadaşımız vardı, hortlaktan çok korkardı. Bu zayıf noktasını sınıftaki diğer çocuklar yakalamıştı. Zavallı akşamları tuvalete bile yalnız gidemez olmuştu. Yatılı okulun kuralı işlemeye başlamış, bir ay bile dayanamayan Gürol, okulu bırakmak mecburiyetinde kalmıştı. Anne ve babası onu almaya geldiklerinde bizde üzülmüştük. Ancak Gürol’un bu konuda tedavi olması gerekmekteydi. Çok seneler sonra bir vesile ile karşılaştığımızda eski günleri hatırlamış, gülüp geçmiştik. Gürol psikolojik tedavi görmüş, iyileşmiş, eğitimini iyi bir şekilde bitirmişti.
Okul dönemimin sonunda bile bu eksik tarafımı yenebilmiş değildim. Uzun bir dönem evlendikten sonra bile sinemaya gitmediğim gerçektir. Ancak bazı filmlere eşimin zoru ile gitmek mecburiyetinde kaldığım zaman, sinemaya yanımda bolca miktarda kağıt mendil alırım. Konusunu bilmediğimden film sürecinde ihtiyacım olur diye düşünürüm. Bir keresinde bir tiyatro eserine gitmiştik. Tatlı Kaçık adlı tiyatro sahne eserinde, bitişi seyretmeden kendimi zor atmıştım dışarı. Nisa Serezli’nin yatağını kaldırıp, baza dolusu parayı göstererek “Siz para için mi yaptınız bunu?” diyerek sitem etmesinde yine gözlerimdeki akıntıyı durduramamıştım.
Bu günlerde seçim atmosferine giren ülkemde, birçok konunun artık kontrolden çıktığını izlemekteyiz. Hani çocukluğumda seyrettiğim kovboy filmlerinde posta arabasının sürücüsünü haydutlar vurup öldürürler. Dizginleri boşalmış atlar, kontrolsüz bir şekilde uçuruma doğru ilerler ya , işte şimdi aynı o durumda olduğumuzu düşünmekteyim. Görmemek için artık ellerimle gözlerimi kapatmamak gerektiğini anlıyorum. Çünkü hepimiz bu posta arabasının içinde, sonu belli olmayan bir istikametteyiz. Baş örtüsü adı ile toplumun manevi değerlerinden yola çıkan bir kesim, daha sonra Amerika’nın yönlendirdiği bir kanaat önderi ile devletin iskeletini ele almasına yardım edip, ülke idaresini yakaladılar.
Daha sonra süreklilik arz etmesi için ülkenin bir çok varlıklarını satarak, yatırım yaptık deme fırsatını yakalama adına köprüler, yollar yapılmaya çalışıldı. 90 yılda sahip olduğumuz bir çok değerler, 15 yılda tükenme noktasına geldi. Sıra şeker fabrikalarına gelince, tarımla uğraşan vatandaşlar isyanı yakaladılar. Artık dolu dizgin giden posta arabasının uçurumun kenarına geldiğini anladılar.
Dileğim halkın doğru tercihlerini yaparken oy için ceplerine verilen harçlıkları değil de, ülkemizin çıkarlarına doğru karar verebilecek, dürüst insanları seçerler diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.