Kendi kendini atlatanlar aldatanlar...
Önce sevgili meslektaşım Işık Kansu'nun çok önemli ve bir o kadar da öğretici cümlelerini buraya almalıyım. Şöyle diyor Kansu;
"-Gazeteci için duyulmamış, öğrenilmemiş bir bilgiyi, belgeyi, raporu, yazıyı kamuoyuna duyurmak bambaşka bir duygudur. Bir haber kaynağının, önemli bir bilgi aktarıp 'yazma' demesi gazeteci için, bilincinin en dip köşeciğine bir kemirici kurt konması ile eşdeğerdir. O kurt, o bilgiyi kamuoyu ile paylaşamadığı için, sizi yer, bitirir. Çünkü, gazeteci olarak doğanız, kişiliğiniz, alışkanlıklarınız, yaşam biçiminiz, herkese sıradan gelen olayları değerlendirmeniz bile 'haber çıkarma' üzerine kurgulanmıştır."
Işık Kansu, mesleğe yeni başlayanlar için küçük bir manifesto yazmış sanki...
Öğreti, sabır ve meslek onuru dolu...
Haa gelelim niçin bugünkü yazıma böyle başladığıma...
Ülkemiz siyasetine bir acayip virüs bulaştı sonunda...
Oturduğum kasabada her yerde olduğu gibi siyasal partiler, partililer, sivil toplum örgütleri, mensupları, devlet daireleri ve yerel yönetim var.
Anamuhalefet partisi başkanı, -görevi gereği- iktidar partisini ve onun belediyesinin hizmet verimini basın toplantısı yaparak eleştirince geçen hafta içinde kıyamet koptu.
Yanlış anlaşılmasın, belediye başkanı eleştirilere yanıt vermedi.
İktidar partisinin ilçe başkanı hop oturdu, hop kalktı.
Parti başkanı gazetecileri toplayıp belediye başkanının makam odasında, toplantı masasının başında anamuhalefet başkanının iddialarını yanıtladı.
Bu onun görevi... Partisini savunacak, hizmetlerini anlatacak tabii ki...
Ama sorun bu değil.
İktidar partisinin başkanı kendi makamı dururken, basın toplantısını niçin belediye başkanının makamında düzenledi?
Ya da gazeteciler, meslek kuruluşları cemiyetinin böyle bir toplantı için yeri/mekanı varken; niçin burayı tercih etmedi de illa da belediye başkanının makamında basın açıklaması yapmayı tercih etti?
Yukarıda da belirttiğim gibi bu güzel ülkede siyasete acayip bir virüs bulaştı.
Hep gazetelerde okuyor, televizyonlardan dinliyoruz; ülkemizde kimi konuların güvenilirliğinin azaldığını...
Yurttaşların bundan şikayetçi olduğunu...
Ama kimse siyasetin geldiği noktayı gündeme taşımıyor, görmüyor.
Örneğin, FETÖ'ye bulaşmış olabilecek yerel siyasetçileri kimse -özellikle siyasetçiler- tartışmıyor.
"Bekleyen derviş çorbayı içer"miş... Kamuoyu bekleme konumunda şimdi.
Onu da geçelim: eski deyimle matbuat/basın, şimdilerde medyada da renkler birbirine karıştı, kirlilik artı da arttı.
Yukarıdaki olayda gazetecilerin, parti başkanını belediyede makam odasında dinlemeleri doğru mu?
Hadi -olmamalı ya- dinlediler diyelim. Bana sorulsa, iktidar partisi ilçe başkanının söyleminin önemi ne olursa olsun, onun bu yanlış tutumunu en ön plana çıkarır, haberimi öyle yazardım.
Varsın okur, doğru gazeteciliği öğrensin.
Bu yanlış anlayışın gazeteciyi nerelere çağıracağını, kendisine neler teklif edeceğini düşünen var mı?
Gazeteciler(!) habere giderek kendileri haber oldular. Öyle ki; iktidar partisi başkanını, belediye başkanının makam odasındaki toplantı masasında kuzu kuzu dinleyip haberlerini yazdılar.
Burada gazetecilik adına önemli olan; iktidar partisi ilçe başkanının; "belediye başkanının makam odasında basın toplantısı yapmaması gerektiği", makam tecavüzü haberini atlamaları oldu.
Basın tarihine geçecek, İletişim Fakültelerinde öğrencilere ibretllik bir gazetecilik dersi olarak gösterilecek bir olay bu... Gazeteci kendi kendini atlatır mı?
Kendi kendini atlatan gazetecileri var bu ülkenin.
Ya Rabb'im ne günlere kaldık...
Siyasetçiye bak... Gazeteciye bak...
İster gül... İster ağla...