Demokrasi ve "düzgün adam..."
Osmanlı'nın çökmüş yönetiminden yepyeni bir filiz olarak doğan Cumhuriyet yönetiminin birincil hedefi Türk toplumunu çağdaşlaştırmaktı.
Bunun için savaş kazanmış kadro; hiç durmaksızın yanmış/yıkılmış, viran olmuş Anadolu'yu yeniden beyinsel olarak sahiplendi/kucakladı.
Öncelikle toplumsal kalkınmanın temelini oluşturan, savaşlarda kahramanlık örnekleri gösterip destanlar yazan insanların refah için çareler düşündüler.
İlk hedef eğitimdi...
Tarımsal alanda çağdaşlaşmakta...
Ve yeni Türkiye'nin "Kendi kendine yeter" duruma gelmesi için gerekli/öncelikli sanayii hamlelerini başlatmaktı.
Çağdaş bir toplum ancak bu yoldan olunabilinirdi.
"Savaşlardan çıkıp devlet kuran kadro", toplumsal değişimle harekete geçecek insanlara yaptıkları/getirdikleri devrimlerle yön gösterdiler.
Toplumu eğitecek "eğitmen", öğretmen kadrolarını oluşturdular.
Okullar, üniversiteler açıldı, ardı-ardına...
Eğitim/öğretim çabaları tüm yurdu kapsayacak düzeyde düzenlendi.
Amaç; "yeni bir sosyete"; toplum oluşturmak, Cumhuriyet ışığıyla tüm yurdu aydınlatmaktı.
Bu arada yeni, akılcı düzene karşı gelen/duran gruplara, tarikat vb. oluşumlara da ödün/taviz verilmedi.
Türk çiftçisi; traktörle, biçerdöverle, sertifikalı tohumla tanıştı. Tarımsal üretimin verimliliği konusunda bilgilendirildi.
ülke tarımda kendi kendine yeter oldu. Dışarıya daha çok tarımsal ürün satışı yapmaya başladı.
Osmanlı'nın bitiminde ülkede sanayii adına atılmış bir adım yokken, Cumhuriyet yönetimiyle birlikte "devrimci anlayışla" bu alanda ilkler gerçekleştirildi.
Demir çelik, çimento, şeker, bez, silah vb. fabrikaları kuruldu.
Demiryolları, limanlar, hastaneler yapıldı.
Tüm bu yenilikleri sahiplenen toplum; artık geleceğe umutla bakarken; yaşanan 1929 dünya ekonomi krizi ve İkinci Büyük Savaş bile umutları kıramadı.
İnsanlar daha iyiye, güzele varmanın/ulaşmanın peşine düştü, umudunu yaşadı.
Bugün kimi çevrelerin "Tek Parti Dönemi" diye tanımlayıp karaladığı yılları; yine kurucu/devrimci kadrolar/beyinler; ulusu demokrasi ile buluşturma onurunu olarak yaşadılar.
Bu dönemde "Milli Şef" olarak anılan İnönü; "demokrasi kahramanı" sıfatıyla anılacakken, 1950'de sonra koltuk sevdalısı siyaset şaşkını kişilerce seçim mitinglerinde "asker kaçağı" yakıştırmasıyla kimliği karalandı.
1960 darbesinden sonra toplumsal bunalımların birbirini izlemesini yaşadık ve bugünlere geldik.
Özellikle bu dönemde siyaset uğruna insan onurunu zedeleyen/lekeleyen söylemlerin demokrasi anlayışıyla ters düştüğünü unutan kimi siyasetçilerin varlığı üzücü oldu.
Bu arada Cumhuriyet karşıtları da radyoda, televizyonlarda, gazetelerde hezeyanlarıyla sahne alabilmenin fırsatını gözetlediler.
İşleri-güçleri demokrasiyi geliştirmek değil, kişisel hesaplaşma, karalama yoluyla hedef seçtikleri "koltuk kapma yarışı"nı kazanmayı isteyen kimi kadroları var şimdi bu toplumun.
Oysa, Cumhuriyeti kuran ve demokrasiyi bu toplumla tanıştıran devrimci kadrolar; öncelikle kültür/sanat ve bilimle olgunlaşmış bireylerden oluşan demokrat bir ulus yaratmayı hedeflemişlerdi.
Ne kadar da acı değil mi?
Demokrasi savaşını kazanmak için Diyojen benzeri "düzgün adam" arayışı mı yapsak dersiniz?