Demokrasinin vazgeçilmezi yayın organları...
Tarihi anlayarak okuma cesareti olanlar daha rahat başarıya ulaşırlar. Bir sanayici, yapacağı işin tarihsel serüvenini bilmeden işe başlarsa; çıkacağı yolculuk için nevalesini az/yeterli almamış yolcu gibi olur.
Küçük-büyük esnaf da böyledir.
Mühendis, mimar, doktor, eczacı, gazeteci vb...
Hepsi, ama hepsi özgüven kazanabilmeleri için mesleklerinin geçmişini/tarihini bilmeleri gerekir.
Tarihin sadece kuru bilgiler alanı olmadığını bilenler, ilgili tarihsel bilgileri edindiklerinde başarıya açılan bir kapı bulurlar önlerinde...
Dünsüz/tarihsiz sosyal aktivite, havada kalmaya mahkum olur, afakilikler getirir yaşama.
Kısacası dünü/dünleri, -tarihi bilmeden- ileriye yönelik adım atmanın kendi kendini kandırma olduğunu söyleyebiliriz.
O zaman siyasal tarihe bakalım, ister misiniz?
Baştan-sona yaşadığım 1950-1960 döneminin başlangıcında siyasal iktidar DP'nin nasıl bir demokrasi zaferi kazandığını biliyorum.
Ne büyük coşku, ne büyük mutluluktu ülke adına...
Kaybeden CHP demokrasiyi ülkeye getirmekle mutluydu...
"Demokrasi zaferi" kazanmakla da DP'liler...
Ortak bir anlayışla/bütünlükle yola çıkan bir toplumsal hareketti bu gelişme.
Ama ne yazık ki, bu heyecan uzun sürmedi.
Toplumsal yaşamın öncesinde/tarihinde "demokrasi deneyimi" olmayınca atılacak adımlar için "mihenk taşı" da bulunamadı.
Yanlışlar birbiri üzerine geldi.
CHP'nin mallarına, Partinin yayın organı Ulus gazetesinin matbaasına el konuldu.
Ülke ekonomisinde yaşanan sıkıntıları yazan gazetelere tekzip üzerine tekzip yağdırıldı.
Çok iyi biliyorum, o zamanlar muhabirliğini yaptığım Yenigün gazetesinin birinci sayfası tümüyle tekziple dolu çıkmıştı bir gün.
1960 yılına giderken günaşırı kapatılan gazeteler vardı. Kimi bir hafta, kimi 15 gün, kimi 30-40 gün...
Hapise atılan aylarca hatta bir kaç yıl yatan gazeteci, çizer de oldu.
Devlet radyosu, -muhalefetin deyimiyle- "iktidarın borazanı" olmuştu.
Günümüzdeki gibi çok sesli ne radyo ne de televizyon vardı. Sadece devlet radyosu...
Demokrasi tarihimiz yeni olmasına karşın, bugün bile ders çıkarılacak çok olaylar yaşadığımızı görüyoruz.
Yeni bir dönemden geçiyoruz.
Konuşmak isteyen bir insan varsa bırakınız yasal çerçevede konuşsun...
Derdini dile getirsin, yazsın, söylesin/anlatsın.
Tabii ki suç işliyorsa Adliyede hesabını versin.
Ama Radyo, televizyon, gazete kapatmak...
Bence ilkel yöntemler...
Gazeteler, televizyonlar, radyolar yasalara, yayın ilkelerine ters düşen, yalan haber, yorum yapıyorlarsa bunu bizatihi bu kurumlar değil, yönetenler/söyleyenler/yazanlar cezanın muhatabı olsun.
Ama demokrasi çerçevesi içinde...
Kişisel algılar ölçüsünde değil.
Ülkeyi kalkındıracak, dünyaya örnek Köy Enstitülerini kapatmakla ne kazanıldı. O zamanlar bu kuruma bulaşmış -yasak olan- birkaç komünist kişi ile Köy Enstitüleri kapatıldı.
Şimdi vahlanıyoruz, niçin kapattık diye...
Radyolar, televizyonlar, gazeteler de öyle... Demokrasinin vazgeçilmez kurumları...
Kapatmak değil; demokrasinin kabul ettiği anlayışla yargı önünde hesap vererek, ondan sonra -yayın organına- değil, kabahati işleyene ceza parasal ceza düşünülmeli.
Ceza yazdık, kurum kapattık, yayından aldık.
Peki, bunun yargı mercii neresi?