Demokrasiyi niçin yüceltmiyoruz?
Demokrasi için seçim yapmak baş koşul mu? Yani vazgeçilmez mi?
Bana sorarsanız tabii ki vazgeçilmez...
Seçmek, seçilmek hakkı, "insan olmak hakkı" gibi kutsal...
Ve öncelikli bir "insan hakkı."
Demokrasi için de...
Yalnız, bu noktada biraz durmamız gerekiyor.
Demokrasiyi bir ağaca benzetirsek; ağacın köklerinin önceliği/önemi hemen ortaya çıkar.
Köksüz ağaç olmaz, ayakta duramaz çünkü...
Buradan, "kültürsüz, sanatsız, bilimsiz demokrasi de olmaz" diyebiliriz/demeliyiz.
Yani, kökünde bilim, kültür, sanat olmayan demokrasi ayakta durur mu?
İnsanlar bir şekilde diktikleri ve sabırla büyümesini bekledikleri ağacın meyve vermesini de isterler.
Bunun için de meyve ağacına/demokrasi fidanına, sosyal yaşama bilim, kültür,sanat
aşısı yapılır, tatlı/hoş meyve versin diye...
Tüm bu saydıklarımızla acaba biz; "demokratik yaşam" dediğimiz, kendimize özgü algımızla nereye vardık, sorguladık mı, hiç?
1946'da "Çok partili sistemi", yani demokrasiyi ülkeye her boyutta/alanda getirip yerleştirmek istedik mi?
Kök salması, gelişmesi, büyümesi için gayret gösterdik mi?
Bu iki soruya, özellikle siyaset yapanların gönül rahatlığı ile "evet" diyebilmelerini çok isterdik.
Peki, ne yaptık?
Yapılan, sadece koltuğu bırakmama, koltuğu kapma heyecanı...
Ayrıca, seçilenlerin; birbirini sürekli karalama ve aşağılama yarışı...
Bitmeyen bir anlamsızlık ve de mantıksızlık ortamı...
Siyasetçinin ; seçmeni böylesi çirkin ve anlamsız bir rekabet ortamına çekme hakkı demokrasilerde yoktur, olamaz da...
İşte böyle ortamlarda, "seçmenin demokrasi algı ve isteği" zarar görüyor, kararıyor, gelişmiyor.
Batıda, hangi ülkede böyle bir ortamda demokrasisi kuruldu, gelişti, yerleşti?
Siyaset yapanların bu noktayı araştırmaları gerekir.
Şimdi düşünelim:
Her seçim öncesinde yaşanılan çirkin kampanyaları 31 Mart yerel seçiminde de yaşıyoruz, daha da yaşayacağız.
Dışarıdan bakıldığında görünen manzara bizim ayıbımız.
Atalarımız "İnsanı yücelt ki, yücelesin" anlamındaki sözünü unutup insanların/siyasetçilerin birbirini alenen karalaması insanlık algımızın çirkin bir ölçüsü, çirkin bir manzarası olarak orta yerde duruyor.
Bir de dinimizin "Birbirinizi seviniz" kutsal öğretisi de var üstelik...
Kısa sözün özü: Demokrasiler, insan onurunun yüceldiği ortamlarda boy atar, gelişir/büyür. Yetmiş üç yıllık demokrasi tarihimizde sadece birbirimizi karalamayı öğrenmişiz.
Başka ülkeler bu konuda ne düşünüyor, ne yapıyor merak etmemiş, kendi kafamıza göre bir "demokrasi algısı yaratmış, onun peşinde takılmış, koşup duruyoruz.