Dinleme adabı
Senelerce önce tanımıştım Fuat Aziz Göksel’i . Bir çok konferanslarına gitmiştim üniversite yıllarımda. Kanımca Deontoloji dalında bazı kitapları da vardı. İnsan psikolojisini çok iyi analiz edebilen ender hatiplerdendi. Her hangi bir konuda irticalen konuşma yapabilen, doğrudan ziyade dolaylı anlatımı kullanan , insanları düşünmeye yönelten sorular sorabilen bir hatipti. Onun konferanslarını hiç kaçırmamaya gayret ederdim. Çok şey öğrenirdim ondan.
Aynı dönemden olsa gerek Prof. Rasim Adasal’ın da konferansları çok ilgimi çeker. Ankara’da Orta Doğu Teknik Üniversitesinde okurken bir gün Ulus’taki muayenehanesine gidip insanlığın var oluşu konusunda bir konferans vermesini rica etmiştim. Sevgili Rasim hoca, bu ricamı kırmadı, üniversitedeki büyük amfide verdiği konferansta ayakta dinlenecek bile yer yoktu. Konferans 1 saat olacağını duyurmuştuk, ancak 3 saat sonra Rasim hocam yorulduğunu ifade ederek konferansa son vermişti. Böyle konuşmacılar günümüz Türkiye’sinde artık olmadığına inanmaktayım.
Üniversiteden sonra bir derneğe üye olmuştum. Dernekte zaman içinde Başkanlık görevi verildi bana . Ayda 1 defa toplanıp çalışmalarımızı özetlerdik. Daha sonra ricamızı kırmayan konuşmacı davet ederdik toplantılarımıza. Verilen bir konuda bizleri aydınlatmasını rica ederdik. Gelen bütün konuşmacılar konularında kompetan olmalarına dikkat ederdik. Bir maden konusu varsa, o konunun en yetkili kişisini bulurduk konuşmacı olarak. Sağlıkla ilgili bir konu konferans konusu olduğunda , o konunun üzerinde ihtisas yapmış bir tabip konuşmacı gelirdi. Başkan olduktan hemen sonra Fuat Göksel ağabeye ziyarete gittim. Niyetim bir konuda konferans vermesini sağlamaktı.
İsteğimi kendisine ilettiğimde itiraz etmedi. Hangi konuda konuşma yapmasını istediğimizi sordu. Bende Dinleme ve Konuşma Adabı konusunda bir konuşmanın her toplum gibi bizim toplumumuzda da ilgi duyacağını belirttim. Çünkü bizler dinleme ve konuşma özürlü olduğumuza inanmaktaydım. Toplum bu konuşmayı hangi yönden ilgi ile algılar, dinlerken dikkat süresi ne kadardır, konuşurken kullanılacak kelimeler hangi soruları tetikler diye her hangi bir cümle kullanmadan, konuşma yapmayı kabul etmesine teşekkür edip yanından ayrılmıştım.
Konferans günü benzer kulüplerden bu konferansı dinlemeye gelenlerle salonun her tarafı dolmuştu. Ben mutluydum, şöyle ki ; toplumumuz konuşma adabını bilmeyen ve hatta dinleme adabını bilmeyen insanlarla dolu olduğuna inanmaktaydım. Bu insanlar cahil değil, okumuş, tahsil yapmış insanlardı. Birisi konuşurken onun konuşmasını kesip, kendi düşüncesini dikte edercesine araya girip, adap dışı bir davranış sergilemekteydiler.
Konferansta Fuat Göksel bey, her zamanki kibar hitabeti ile Türklerin orta Asya dan at sırtında Anadolu’ya geldiğini anlattı. Osmanlı döneminde altı yüz yıl yine at sırtında seferlere gittiğini hikaye olarak dile getirdi. Yerleşik düzene geçişimizin daha 100 yılını bile doldurmadığını ifade ederek, dinlemenin ne kadar erdemli bir davranış olduğunu izah etti. Konuşması yarım saatten biraz fazla sürmüştü, ancak salonda alkıştan sonra çıt bile duyulmamıştı. Bütün dinleyiciler konuşmanın akıcılığından dolayı kendilerinden geçmişlerdi.
Evet toplum olarak biz karşımızda konuşan insanı dinlemiyoruz ve o konu hakkında kendi görüşümüzün, herkes tarafından kabul görmesini istiyoruz. Bu belki psikolojik bir hastalık olabilir diye düşünmekteyim.
Geçtiğimiz son bir senedir bilhassa saraya yakın yayın yapan kanallarda, ülkedeki güncel gündem hakkında muhalefet ve iktidar kanadından katılımcı konuşmacı çıkmakta. Kimileri güncel konu hakkında konuşurken, karşısındaki katılımcı hemen araya girerek kendi düşüncesini empoze etmeye çalışması, seviyesiz ve çok çirkin görünmekte. Karşısında bulunan insanın konuşmasını bitirmesine tahammül gösteremeyen insanlarla dolu olan bu ekranları, zaman zaman izlerken, bu tür davranışta bulunan, ahlaken zayıf katılımcıların, rahmetle andığım Prof.Dr. Fuat Aziz Göksel’in rahle-i tedrisatına ihtiyaçları olduğunu düşünürüm diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.