MEHMET HENGİRMEN'LE TELEFONDA BİR SÖYLEŞİ

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Mehmet Hengirmenle fiziksel olarak tanışmadık. Ona ilk TÖMER'le rastladım. Tömer, Ankara Üniversitesi tarafından kurulan Türkçe öğretim merkezidir. Yabancılara kısa sürede Türkçe öğreten bu merkez çok başarılı bir kurum. Buranın kurucusunun bir Antepli olduğunu öğrenince mutlaka onunla konuşmam gerektiğini düşündüm.
Mehmet Bey'in ailesinin geldiği Hengirmen köyünün bugünkü ismi: Taşyazı. Sevan Nişanyan'ın "Adını unutan ülke" kitabına baktım, heng, Kürtçe kovan; Hengirmen kovancı demekmiş. Herhalde köyde bol miktarda arı kovanı vardı vaktinde.
Tarih içerisinde Hitit ve Roma uygarlıklarının da yer aldığı Hengirmen köyünde çok renkli geçen çocukluk anıları var Mehmet Bey'in. O zaman köyde ciddi anlamda tarım yapılırmış. Buğday, arpa, mercimek, susam, nohut, badem, elma yetiştirilirmiş.
Çocukluğunun Antep'in içerisinde geçen bölümü ise Şehreküstü'deki Bostancı mahallesinde. Buradaki sokak kavgaları, seksek, uzun eşek, çelik çomak oyunları hep hatırladığı olaylar. Evin bahçesi bin metrekare olduğu için, bahçenin bir bölümünde inek, koyun kuzu, tavuklar var. Tavukların kuluçkaya yatmalarını, yazın çıkan akrep, yılan gibi hayvanları, çiçekleri dut ağaçlarını hepsini yaşamış Mehmet Bey. Tam buğday ekmeği, mısır ekmeği yemenin keyfine de varmış. Gaziantep Lisesinin bilgi yarışmasında aldığı birincilik derecesinin de keyfine varmış. Zaten okuduğu yıllarda Gaziantep şehir olarak bilgi yarışmalarında hep ön sıralarda yer işgal edermiş.
Mehmet Bey'in babasının tek işi "köy ağası" olmak değil. Aynı zamanda dokumacı. Dokumacılığın her türlü evresini biliyor. Bana haşıldan, kücüden, cağdan, darbilden bahsediyor. Hatta gerekirse dokuma aletlerini tamir de edermiş vaktinde.
Tarımdan, dokumacılıktan, anlayan Mehmet Bey, iyi bi şair, yazar olmak için 1967 senesinde Dil ve Tarih coğrafya fakültesinin Türk dili ve edebiyatı bölümüne girmiş. Sadece Türkçeyi değil, Almanca'yı da iyi derecede öğrenmiş Mehmet Bey. Almanların neden ekonomilerinin sağlam olduğunu da araştırmış. Altından iyi eğitim çıkmış. Almanyadaki tüm eğitim uygulamalı yapılıyormuş. Buzdolabı, bilgisayar üretmeyi öğrenen bir öğrenciye gerçekten onları üretebilmesi için imkan yaratılıyormuş. Yol, köprü hastane yapan mimar ve mühendisler de aynı şekilde uygulama ile öğreniyorlarmış.
50 sene ilerisinin iş gücünü hesaplayan Almanya da öğrenciler ilkokulun üçüncü dördüncü sınıfından sonra meslek eğitimi konusunda yetiştirilmeye başlanıyormuş. Türkiye'de ise okuyanların adece %5 şi kendi branşlarında çalışıyormuş.
Hengirmen, insanın bir şekilde mutlaka kendisine hedef belirlemesi gerektiğini söylüyor." Örneğin 2030 yılında "Dünyanın en gelişmiş 7 ülkesinden birisi nasıl oluruz? demek ve hedef belirlemek gerektir. Japonlar, Almanların eğitim sisteminin yüzde onunu değiştirip kendilerine uygulamış ve bugünki seviyelerine gelmişler.
Genel kültür üzerine konuşurken, yemeklere de değindi tabii. Kendisi çocukken, Hengirmen köyünde 100 yaşında ölenler için ağıt yakıldığını, 100 yaşından fazla yaşayan çok sayıda insan olduğunu söyledi.
O yıllarda uzun yaşamalarını bol miktarda tahıl, sebze ve meyve yemelerine borçlu olduklarını da ekledi. "Nurgana'da dere akar, etrafında nar, kaysı, şekerpare, zerdali bahçeleri olurdu. Ben onları gerçek tadlarında yiyerek büyüdüm".
O kadar yoğunluğunun arasında, Mehmet Hengirmen 1964 yılında Sabah Gazetesinin eğitim sayfasını da yazıp, hazırlamış.
Konuşurken Napolyon'dan güzel bir örnek verdi Mehmet Bey: "Napolyon 200 sene sonra ki Paris'i düşünmüş bilim adamlarına, mimarlara plan proje yaptırmıştır. Bu konuyu geçen gün, Gaziantep'te düzenlenen kültür konulu toplantıda da dile getirdim. Toplatıya katılanlardan birisi; Antep savaşını öne çıkarıp, o konuda yazılan kitapları bir kütüphanede toplamayı önerdi. Bir diğeri, bir atasözleri kitabı yazdığını Gaziantep'in kültürünün ileri çıkması için onun basılması gerektiğini söyledi. Toplantıya bir başka katılan yemeklerin öne çıkarılması gerektiğini belirtti. Bir diğeri Ülkü Tamer'in evinin müze haline getirilmesi gerektiğini vurguladı. Ermeni meselesinin 2015 büyük problem olacağını, o nedenle kültür hareketi içerisinde birşey yapılması gerektiğini öneren de vardı. Hepsini dinledim ve özet olarak, beynimizi doldurmamız gerektiğini, önce elli senelik, yüz senelik bir vizyon çizmemiz gerektiğini belirttim.
-Kalenin üzerinden baktığınız zaman, gri biriket rengi hakim şehre, önce bunu mümkün olduğunca yeşile döndürmek gerek. Çok ağaç dikilmesi lazım Gaziantep'e...
-Fırat, tarihi bakımıdan da çok önemli bir nehir. Hemen yakınında Gaziantep'in Nizip ilçesi var. Nizip'in kalkındırılması gerek ki, Fırat'ın önemi ortaya çıksın.
-Ben, lisedeyken biz her sene iki eser sahnelerdik. Antep bu bakımdan geriye gitti. Sanata daha fazla önem verilmeli. Hatta, opera, bale, tiyatro kurulmalı.
- 1960 larda Antep Lisesi, Türkiye çapındaki bilgi yarışmalarında derecelere girer, birincilikler alırdı. Gaziantep şimdi eğitim bakımınan Hakkari ile aynı seviyede. Eğitim seviyesinin yükseltilmesi lazım.
- Gaziantep'i bilim, patent kenti yapmak lazım. Buluşlar çok önemli. Bunun teşvik edilmesi gerekir.
-Gaziantep Üniversitesini bir Oxford, bir Harvard seviyesine getirmek gerekir. Kültür kenti bu demektir.
Mehmet Bey'in Hengirmen köyündeki anılarını da sordum. Hepsini hemen düşünemedi ama bana birkaç tane pek hoşuma giden anektodlar söyledi:
-Bizim köye ortağımız İsa (Esse diye telaffuz ediliyor) ve onun karısı Meryem vardı. Birgün köyün höyüğüne çıktık. Höyükten etrafdaki köyler görünüyor. Bana dedi ki: "Dağları, köyleri görüyorsun... Bunun ötesinde dünya varmı dır acep?"
-Hengirmen köyü, Gaziantep'e 27 km mesafede. O zaman, kente kamyonla gidip gelirdik. Şehre gelirken yolda elinde sepet bir köylü kadını gördük. Kadına neden kamyona binmeyip de yürüdüğünü sordum." Kamyona binersem 1 lira vermem gerekir, halbuki Antep şurası, hemen yürürüm" diye cevap verdi.
-Bir gün Esse'nin köpeğinin ayağı kırılmış. Baktım Esse bir çubuk bulmuş, onu evin direklerinden birisine sıkı sıkı sarıyor. Neden öyle yaptığını sordum. "Bu büyüdür" dedi. "Çubuğu direğe ne kadar sıkı sararsam, köpeğin ayağı o kadar çabuk iyileşir!".
-Radyoyu köye ben götürdüm. Kıbrıs savaşı sırasında, sık sık gelip, radyodan haberleri dinliyorlardı. Köylüler biliyorsunuz erken kalkarlar. Saat 04'den itibaren gelip soruyorlar haberler ne oldu diye... Ben de habire daha radyo açılmadı diyorum. Derken saat 6 oldu, hala radyo açılmadı, zira radyo 8 de falan açılıyor. Köylülerden birisi dedi ki "bu şehirliler adam olmaz! Öğle vakti oldu, hala radyo açılmadı". Kendileri erken kalktıkları için saat 8 olunca öğlen olduğunu düşünüyorlar.
-Radyo ile ilgili bir başka anım da şöyle: Radyoda birden fazla konuşmacı ve koro olunca, o kadar adamın minicik radyo kutusuna nasıl sığdığını merak eder dururlardı.

MEHMET HENGİRMEN'LE TELEFONDA BİR SÖYLEŞİ