Stephen Kinzer (2)
Stephen Kinzer 1996-2000 yılları arasında The New York Times’ın İstanbul büro şefliğini yapmıştı. Biz de o zaman tanışmıştık.
New York Times’ın ‹stanbul bürosu şefleri ekonomi ile ilgili veya eğitimi o yöndeyse, Türkiye’den New York’a hep ekonomi haberleri gider. Ama çoğu kez edebiyat ve politika eğitimli ve eğilimli gazeteciler geldiği için haberler kültürel ve politika ağırlıklı oldu.
Kinzer’in müthiş kültürel altyapısı o yıllarda haberlerin istikametinin hep bu yolda olmasına neden oldu. Zaten böyle olmasaydı, belki de bugün Zeugma diye bütün dünyanın tanıdığı bir antik kent olmayacaktı!
***
Kinzer çok değişik bir gazeteci. Zaten sıradan olsaydı, dünyanın en iyilerinden biri olabilir miydi?
Devlet adamlarını çok iyi tanıyor. Tarihin bir ucundan aldığı devlet adamlarını bugünün ucuyla karşılaştırıyor, Amerikalılar’ın en sevdiği Pulitzer Ödüllü şairleri Robert Frost’un (1874-1963) mısralarıyla bezeyip bizi hem düşündürüyor, hem de çok eğlendiriyor.
***
“Biliyor musun?” dedi. “Amerikalılar’la Türkler’in kaderinde benzer bir ayrıntı var!”
Başbakan Neçirvan Barzani’nin (Kürt lider Mesut Barzani’nin yeğeni) Türkiye ziyaretini birlikte değerlendirirken aniden lafı değiştirince meraklandım haliyle...
“Modern Türkiye’nin kurucusu Atatürk ile Amerika’nın kurucusu George Washington’ın benzer bir tarafı var: İkisinin de oğlu yoktu! Olsaydı, belki de her iki aile klanlaşıp günümüze kadar gelebilirdi!”
O Barzaniler’i ve dünyanın epey bir yerinden örnekler verdi, ben de baba-oğul Aliyevler’i düşündüm. Doğru söylüyordu, Atatürk’ün oğlu olsaydı başımızın üzerinde yeri vardı. Torunu da, torununun oğlu da hala bizi yönetiyor olabilirdi. Tıpkı George Washington’ın ataerkil ütopi yapısı gibi!..
***
Stephen Kinzer’e The New York Times iki yazı ısmarlamış.
Gazeteler yakın bir zamanda aramızdan ayrılması muhtemel önemli insanlarla ilgili gazetecilerin yazı yazmalarını isterler.
Buna ‘obituary’ deniyor. Çok önemli bir adam ölünce, kendisini iyi tanıyan gazeteciden hemen yazı istenirse çok zor olur. Onun için ‘obituary’ler önceden yazılıp (kelimenin anlamı bu zaten) kasada saklanır, zamanı gelince kullanılır.
***
Merak etmişinizdir, kim bu önemli iki adam diye...
Stephen, Süleyman Demirel ve Kenan Evren’in ‘obituary’sini yazmaya başlamış bile.
Benden de sordu, “Sen nasıl bilirsin?” diye.
Kenan Evren’le ilgili iki yerel anekdot naklettim.
‹htilal sonrası Evren, hemen bütün illeri ve ilçeleri dolaşmıştı. Antep’e geldiğinde de, Maarif’teki eski Vilayet’in balkonundan halka hitap etmişti.
Konuşmasını, ‘Kabı pisliyorlar’ dediği eski politikacıların üzerine kurmuştu. En can alıcı yerinde kalabalıktan biri yeri göğü inleten sesiyle Evren’e doğru, “Daşşağını yiyim Paşam” dedi.
Evren, hemen konuşmasını kesti, ciddileşti ve etrafına, “Ne diyor bu adam?” diye sordu. Antep lehçesini bilenler gülmemek için kendilerini zor tutmuştu ama Evren Paşa çok sinirlenmişti, “Paşam taşağınızı yiyecekmiş!” dediler.
Suratındaki ifadeyi bugün gibi hatırlıyorum: “Hoppala! Neden yiyecekmiş ki?” dedi.
Neyse, o güzel lafımızın ne manaya geldiğini anlattılar da Paşa hazretleri rahatladı ve gülerek konuşmasına devam etti.
***
Şimdi sizin aklınıza gelen soruyu o sordu:
”Bugün ihtilal olsa, Paşa’nın biri de buraya gelse, balkondan konuşsa, o dediğin şeyi yiyen çıkar mı yine?”
Bu soruyu sizin adınıza (özür diliyorum) yanıtladım.
“Hiç endişeniz olmasın! Daha da ileri giden çıkabilir!”
***
“Kenan Evren Bulvarımız vardı. 20 sene önce Celal Doean’ın belediye meclisi, değişiklik önerisini reddetmişti. 2010 yılında gazetemizin eleştirisini dikkate alan Dr. Asım Güzelbey, bulvarın adını ‘Demokrasi Bulvarı’ olarak değiştirdi” hikayesini de anlattım.
Aslında Demirel ile ilgili daha çok konuştuk. Sanayicilerimizin onunla ilişkilerini anlattım. İçime dert olan, yanlış kimseye ödül verdiği bir ödül töreninden bahsettim. Epey not aldı.
Ne yazacağını tabii ki bilemiyorum ama pek olumlu olmayacak izlenimini aldım.
Devam edeceğim.