Hile-i Desise
Çocukluğumda futbola her çocuk gibi merakım vardı. Mahallede bir top bulsak hemen iki kale kurar oynayacak arkadaşlarla iki takım oluştururduk. Kimi zaman bu iki kale birer kaldırım taşı olarak yerleştirilir, kıyasıya maç yapardık. Topun kale olarak koyduğumuz taşın üzerinden geçmesi, anlaşmazlıklara neden olur, hatta bazen ‘’ Mızımayın yahu gol değildi ‘’ diyen takım oyundan çekilirdi. Oyundan çekilen takıma maç cezası uygulanmadığından sıkıştıkları zaman bir konu sebep gösterilir ve oyunu tatil ederdik. Bazen kaleye koyduğumuz arkadaş, bize haber vermeden tuvalete kaçmasından dolayı gol yer, döndüğünde bizde onu yerdik.
Rahmetli pederim benim top oynamamı sevmez, hatta kızıp ‘’ başımıza topcu mu olacaksın ‘’ diye kimi zaman kulağımı çekerdi. Bazen aşağı mahalle ile maç yapar sonunda sille tokat kavga ederdik. Tiren yolu karşısında Erzurum mahallesi vardı. Kesin olarak bilmezdik belki orada oturanlar Erzurum’dan geldiklerinden bu mahalleye böyle söylemişlerdi . Kömür deposunun yanından Doğum evine doğru giden yolun üzerinde, dünyaca meşhur olan keman ustası SUNA KAN da burada oturduğunu hatırlarım.
Erzurum mahallesi ile yaptığımız üçte haftayım altıda biten maçları her seferinde kaybederdik. Bizim kalede Şükrü oynardı ve maçın sonunda Şükrü ile dalaşır ucuz gol yediği üzerine tartışırdık. Lise son sınıf dönemimde Şekerhilal adlı bir takımın genç kadrosuna, Hacettepe takımının kalecisi Korkut ağabeyin yardımı ile girmiştim. Birde bizi çalıştıran bir antrenör vardı Hikmet, lakabı Deli Hikmet, evvelden oda kalecilik yapmıştı. Bütün futbol camiası onu tanırdı. Bizleri çalıştırırken biraz ağzını bozar, iyi koşmadığımız zaman ceza olarak her seferinde üç tur fazla koşmak mecburiyetinde kalırdık.
Genç takım olarak her maça çıktığımızda, beni sol bek olarak oynatırlardı. Aslında solak değildim amma sol ayağımıda kullanma yetenegim olduğundanmı neden bilmem, solbek yerinden başka bir yerde hiç oynamadım. Bazı maçlarda hakem yanlış karar verdiğinde antrenör Hikmet sahaya girer, hakem kaçar Hikmet ağabey kovalardı. Sol bek oynamak belki benim kaderimdi. Hatta Okul takımında bile sol bek oynardım. Üniversiteye adım attığım senelerde futbol düşkünlüğüm sona ermis, başka bir spor dalına merak salmıştım. Üniversitede o tarihteki Rektör olan yine rahmetle andığım Kemal Kurdaş’ın yardımı ile önce kürek sporuna önayak oldum ve kurdum. Bu gün adı anılan bir takımın oluşmasında emek verdiğimden dolayı mutluyum.
Daha sonraları yine Üniversite yıllarımda bisiklet sporunun kurulmasında öncülük ettim ve oyuncu antrenör olarak Mustafa Palaska ile birlikte üniversitenin takım olmasında katkılarım vardır. Bütün bu spor dallarında koşturmam, futboldan uzaklaştığım anlamına gelmemektedir. Benim çok sevdiğim bir futbolcu vardı Ahmet Özacar , bizim mahalleden Vali beyin üç kızından biri ile evlenmiş, bu nedenle mahallenin damadı olmuştu. Onun Ankara ya gelişlerinde bana bilet verir, maçı kapalı türbinden seyrederdim. Maçta bütün futbolcular maç boyunca varını yoğunu ortaya koyar, maçı kazanmak için canlarını dişlerine takarlardı.
Bu takımlarda oynayan futbolcular yaşları ilerleyince kimileri antrenör olmakta, kimileri hakemliği seçmekte, kimileri ise spor yazarlığına başlamakta. Hepside saygın sporculardı, hepside öyle anılmakta idi. Bunlardan bir tanesini diğerlerinden ayrı tutmaktayım. O tarihte sporcuların aldıkları transfer ücretleri, son senelerde ödenenlerin yanında adı bile okunmadığından, şikenin konusu bile edilmezdi. Bir futbol maçında inanılmaz goller yiyen önemli bir takımın kalecisi vardı, adı Varol , haftalarca gazeteler yediği gollerin şüphe koktuğunu yazmıştı.
Şimdi bakıyorum, bir futbolcuya bir servet ödenmekte. Bu ortaya konan serveti korumak için, borsaya bağlı kulüpler hisse senetlerinin değer kaybetmemesi konusunda , kişiler akıllara durgunluk veren eylemlere kalkışmaları çok yeni bir olay olmasa gerek. Bu konuların irdelenmesinde yanlız futbolcular ve idarecilerin dışında, maç sonucuna doğrudan etki eden başka etkenler olup olmadığınında araştırılmasında yarar olduğunu düşünmekteyim diye bir sözüm geldi söyledim heöm nalına hem mıhına.
Metin Atamer