Orta Doğu’da çocuk olamamak!
Orta Doğu’da doğmak; acı kelimesinin lügattaki anlamını bilemeden, acı duygusuyla tanışmaktır. Her şey olursun da bu Orta Doğu’da ama bir türlü çocuk olamazsın. Mesela 10 yaşında anne olursun, 7 yaşında ev geçindirmek zorunda kalır baba rolünü alırsın,11 yaşında 50 koyuna satılır kuma olursun. Savaşın içerisine doğarsın, babanı hiç tanıyamazsın, sen doğmadan ölmüştür. Oyuncakların boş kovanlar olur. Henüz kundaktayken annenin kucağında elma kokularıyla ölüme gidersin. Yani anlayacağınız; yetim olursun, öksüz de kalırsın da bir türlü çocuk olamazsın…
Aklıma ünlü yönetmen Bahman Ghobadi’nin “Kaplumbağlar da Uçar” filminde, Türkiye-Irak sınırındaki bir mülteci kampında yaşayan, öksüz ve yetim olup geçimini mayın toplayıp satarak sağlayan ve yine mayın topladığı esnada iki kolunu da kaybetmiş olan 13 yaşındaki Satellit’in şu cümlesi gelir; “Beni ağlatmayın benim gözyaşlarımı silecek ellerim bile yok.”
Yine ünlü yönetmenlerden Nadine Labaki’nin yakın tarihe ışık tuttuğu “Kefernahum” filminde Suriye’deki savaştan dolayı ailesiyle beraber kaçıp Lübnan’da mülteci olan 12 yaşındaki Zain’ın yüzlerimize tokat gibi çarpan şu sözleri çınlar kulaklarımda:
"Anne, babamdan şikayetçi olmak istiyorum.
Yetişkinlerin beni dinlemesini istiyorum. Çocuk yetiştiremeyen yetişkinlerin çocuk yapmasını istemiyorum.
Ne mi hatırlayacağım?
Şiddet, aşağılama, dayak.. Zincirle, demirle, kemerle dövülme.. Burada cehennemde yaşıyorum. Çürüyen et gibi yanıyorum.
İyi insanlar olacağımızı ve sevileceğimizi sanmıştım..
Ama ötekiler için paspas olduk...”
Yani anlayacağınız Orta Doğu’da doğarsınız da bir türlü çocuk olamazsınız…