Yaşamak! Bir orman gibi…

YAYINLAMA: 01 Haziran 2021 / 14.30 | GÜNCELLEME: 01 Haziran 2021 / 14.30

Mucizeler, nedense hep başkasının başına gelmiştir.”

 İnsan kodlanmış genetiği ve milyonlarca yıllık varoluş sürecinde, iyiye, doğruya, adaletli, merhametli, duyarlıdır; dayanışma, fedakârlık, sosyal olma, barışçıllığı, özgürlükçülüğü ve eşitlikçiliği kendinde yapılandırmıştır.

Peki insan bu saydığımız pozitif değerlerle birlikte, sevince, neşeye, mutluluğa, coşkuya, iyilikseverliği, ortaklığa, adalete ve paylaşıma bu kadar uygunken; neden yeryüzünde yoksulluk, çatışmalar, ölüm, susuzluk, çevre ve doğa tahribatı, insanlık tahribatı, ayrımcılık, baskı, eşitsizlik, rant, kavga, ayrımcılık, kayırmacılık almış başını gidiyor?

İnsan madem ki iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı, ihtiyaç olanı-olmayanı, durması gereken yeri, tutum alması gereken insani değerleri biliyor da neden yeryüzünde bu kadar kötülük yaşanıyor?

Çetin Balanuye, “Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor” adlı kitabında, “İnsanın doğruyu bilmesi, o doğruya uygun davranması anlamına - ne yazık ki- gelmiyor,” derken günümüz insanına bir “vurgulu gerçeği” hatırlatıyor.

Yeryüzündeki kötülükleri, insan eliyle beslenen ve büyütülen tahribatları saymakla bitiremeyiz. İnsan ve doğa haklarından yana olanlar, yazarlar, aydınlar, bilim insanları, hak savunucuları, emek ve hak mücadelecileri, insanlığa ve özgürlüğe sevdalılar; varoluşumuzdan bu yana bize gerçeğin, aklın, doğrunun, iyilik ve hakikatin yolunu sunmaktan yorulmuyorlar..

Yani, “nereden bakarsan tutarsızlık” almış başını gidiyor. Yeryüzünde yaşananlara “ah vah çekerken,” hiçbirimiz kendimizi bu sorunun parçası görmüyoruz. “Görmemek, duymamak, bilmemek” belki de “iyileştirici olmayanla” bizi aynı kefeye koyar.

Dünyada, her bir bireyin bir inancı, dini, mezhebi, siyaseti, felsefesi, ideolojisi, davası, görüşü, ekolojik ağı, hatta bağlı olduğu bir sosyal ve kültürel etkileşimi veya hümanist bağı bulunmaktadır. Bütün bunların gerekçesi ise; insanlığa hizmet, adalet, eşitlik, birlik, beraberlik, özgürlük, doğal yaşam alanlarımızı korumak, eşit yaşam, hakkaniyet…

İnsan iyiliği, doğruyu, güzel ve erdemli olanı ister, över ama kötülüğe de kolayca bulaşır. Bize bilim insanlarının, bilge insanların sunduklarından bu sonuca varıyoruz.

Galiba bir diğer çarpıklık ve çelişkimiz ise “suya sabuna dokunmamak”, “işine, gücüne, çıkarına bakmak”, “büyüklerin, gücün, iktidarların dediklerine sorgusuzca harfiyen bağlı kalmak.” Peki insan bu olup bitenlere; kötülük, haksızlık, usulsüzlük, sömürü, kölece ve tedirgin yaşama seyirci kalmak ile neyi elde ediyor?

Tarih, araştırmalar, bilim, belekler bize diyor ki: Yeryüzündeki her iktidar, her kral, her padişah, her siyaset, her ağa, her bey kötülük değil, iyilik yaptığını iddia etmiştir; savaşları, öldürmeleri, çatışmaları, sömürgeciliği, işgali, baskıyı, otoriteyi, hiyerarşiyi, sınıf farklarını, kapitalizmi, küresel tahribatı bile “insan yararına” tarife kalkmışlardır.

ABD, Ortadoğu’ya hep demokrasi getirmek için, “çatıştırır, çatışır;” doğanın, insanın, yaşamın, tarihin, evlerin, şehirlerin yok olması, ABD’nin demokrasi söyleminde gerekçesini bulur. Yeni kıtalar, yeni yaşam alanlarını keşif eden, “tüfekli, atlı, güçlü” Avrupalılar; yerlileri yurdundan ederken, yerlileri yok ederken, nesillerine son verirken ve insanları kendi topraklarında köleleştirirken, mallarını yağmalarken, medeniyet götürdüklerini iddia etmişlerdir. Tarih kitaplarına da böyle yazdırmışlardır.

Yani on binlerce yıldır dünyayı “yönetenler” bize nasıl bir miras bırakmışlar? Oturup, düşünme fırsatı yarattığımız da herkese, her şeye, cana ve canlıya daha şefkatle; emeğe, üretime daha ahlaklıca, daha insafla, daha iyilikle yaklaşma şansını da yakalayabiliriz.

 Ya da gerçeğin, doğrunun, hakiki olanın, objektif ve insani olanın yoluna girince nelere ulaşacağız. İnsan insanla, insan doğayla, hayatla, özgürlükle, adaletle, eşitlikle ve insan vicdanla yürüyünce; güneşi daha bol, havası daha temiz, suları daha duru, toprağı daha bereketli, yıldızlar daha ışıltılı karşılayacağız, hayat da yüzümüze daha istekle gülecek.

  1. Kazanakis, Zorba kitabında şöyle der: “insan bir ağaç gibidir. Neden kiraz vermiyor diye incir ağacını azarladığın oldu mu?”

“Mutlakçı varsayımlarımız nedeniyle, bu dünyayı sahiden sevme fırsatını çoğu zaman kaçırdığımızı fark etmeyiz bile.” (Balanuye) Oysa sevmek; yaratıcılığın, hümanizmin, pratik zihnin, derinliğin, dostluk, dayanışmanın ve iyileştirmeye yönelmenin besinidir.

Hepimizin huzuru, güveni, mutluluğu ve refahı; eşit bölüşüm, paylaşmak, özveri, fedakârlık, dayanışma, hoş görü, birbirimiz anlamak, çıkarsız insan ve doğa ile ilişkilenmenin temellerinde yatmaktadır. Yeri geldiğinde, kötüye, yanlışa, yetmezliğe bulanmışı da anlayacağız; dayanak olacağız, destek olacağız, birlikte gerçeğin, iyinin, doğrunun, aklın ve bilimin basamaklarını tırmanacağız.

Yoksulluğu, açlığı, susuzluğu, kuraklığı, emeğimizin sömürülmesini, değerlerin öcüleştirilmesini, ayrımcılığı, horlamayı kader saymayacağız. Yeter ki aç gözlülüğü yenelim, yeter ki oburluğa düşmeyelim, yeter ki bizleri zehirleyen hırslarımıza kurbanı gitmeyelim.

“Başarılı olmayı, kariyer yapmayı, yükselmeyi, alkışlanmayı, mükemmel olmayı” terk ettiğinde mantığımız; yolumuz düzlüğe, insana, saygıya, sevgiye, empatiye, iyileştirici ve masumiyete çıkar.

“Paranın, öfkenin, kin, hırs, güç ve nefretin insanı esaret ettiğini” unutmayalım. Biliyoruz ki, dünyanın kaynakları tüm yedi kıtada yaşayanları besleyebilir, doyurabilir; dünya hepimizin kardeşlik, barış, adalet, insanca, güven ve özgürce yaşamımıza yetecek kadar hoşgörülüdür.

Çoğunluğun değil; iyiliğin, doğruluğundan, adaletli olanın gönlünden çıkar hayat mutluluğa.

Kaynaklar;

Çetin BALANUYE (Spinoza’nın Sevinci Nereden Geliyor)

Nikos KAZANACAKİS (Zorba)

Yaşamak! Bir orman gibi…