Fatih Sultan Mehmet Han
İstanbul’u fethederek tarihin akışını değiştiren Sultan Mehmet Han dan bahsederken onu anlamak gerek. Yurt dışına yaptığım seyahatler hakkında önemli bir konu olmadıkça bahsetmek istemem. Bir süre önce birkaç günlüğüne Bosna Hersek yöresinde bir gezi yapmayı düşündüm. Niyetim Osmanlı tarihinde önemli bir yer işgal eden yörenin önemi üzerinde araştırma yapmak, ana gayemdi. Sarayevo’ya kış mevsiminde kimsenin gitmediğini düşünerek, gezinin bu tarihte daha verimli olacağına inanmıştım. Yerleştiğimiz otel, Gazi Hüsrev Bey cami ve külliyesinin hemen yanında olduğunu görünce çok sevindim.
Otele yerleşmemiz birkaç dakikamızı aldı. Vakit kaybetmeden çılgınlar gibi bu cami ve külliyesi hakkında bilgi toplamaya başladım. Çevreye baktım, tarım yok, maden ve sanayi desen hak getire, neden Osmanlı’nın Saray Bosna’ya ilgisi, asırlar boyunca hiç eksilmemişti? Otelde büyük bir harita gözüme ilişti. Haritanın başlığını okudum, çok iddialı bir cümle vardı, aynen yazıyorum: “Jeruselem of Europa Sarajevo’’- Avrupanın Kudüsü. Bu şehre ilgim daha da arttı. Cami ve vakıf yöneticilerini buldum. Onlarla derin sohbetlere daldım. Gazi Hüsrev Bey, Beyazıt Hanın kızının, Boşnak beyinden 1480’de doğan oğlu. Tahminim şudur ki, İstanbul’dan uzak bir sancak beyliğine gönderip, koruma altına almış olduğu, ihtimallerden biriydi.
Osmanlı Devleti’nde Sadrazam, Nazır ve Paşa olan Boşnak devlet adamları 206 civarındadır. Bu seri Ahmet Paşa ile başlar ve 1481’den sonra her dönem bir Boşnak mutlaka nazır olarak görev alır.
Gazi Hüsrev Beyin Sarayevo’ya Sancak Beyi olarak gelmesi bir piyango olsa gerek. Yöreye gelir gelmez Vakıf ve Bedesten kurup ticaret yapılmasını teşvik eden Gazi Hüsrev’in, bu ticaretten toplanan vergileri, halka yönelik hizmete dönüştürmesi, bugün bile şükranla anılmakta. Osmanlının çizgileri hala hayranlıkla izlenmekte. Gazi Hüsrev döneminde yapılan birçok bedesten ve çarşının, bugün de ilk günkü gibi canlı olmasının yanında, bu kadar yatırım bu ülkeye neden planlanmış diye hep düşündüm.
Türk olarak gittiğimiz her bir mekanda, Türkiye’den geldiğimizi söylediğimiz anda inanılmaz itibar gördük. Türk olduğum için bir kerre daha gurur duydum. Halk Osmanlı’nın bu yerlere getirdiği anlayış, görgü, örf ve dayanışma alışkanlıklarından çok mutlu olduklarını izlemek, inanılmaz haz verdi. Mostar şehrinde köprünün altından akan nehri gördüğümde, suyun heybetli hareketinden korkmadım dersem yalan olur. Hava çok soğuk olduğundan, köprüden para için atlayan kimse yoktu amma, Osmanlı bu köprüyü nasıl yapmış diye aklımı çok yordum. Çıkaramadım. Hangi vicdan böyle bir tarihi eseri ortadan kaldırmak ister, anlamakta güçlük çektim.
Hitler bile, istila ettiği ülkelerdeki bu gibi sanat eserlerine dokunmamıştı. Sırplar ise, Osmanlı’dan kalan son eseri bile, eski Yugoslavya’da mevcudiyetine tahammül edemediler. Sarajevo ve diğer şehirlerde Sırpların yaptığı soykırım konusunu işleyen bir sergiyi gezerken, insan olduğumdan utandım. Ülkelerini savunurken hayatlarını kaybeden 8750 kişinin mezarlıkta ziyaretimde dua ederken onları ve İzzet Begoviç’i andım.
Bağımsızlık savaşının etkin lideri olan Ali İzzet Begoviç’in basit mezarında çok duygulandım. ‘’İşte’’ dedim kendi kendime ‘’Bir sade insan, bu toplumla, hayatları pahasına savaşıp, ulus yaratarak, ülkeyi Avrupa’nın göbeğinde, Avrupa’nın muhalefetine rağmen, dimdik ve ayakta kalmayı başarmalarına, derin saygı duyarım.’’
Boşnaklar, Sırplar tarafından katledilirken Birleşmiş Milletler adına seyirci kalan Hollandalılar, ve İnsan Hakları Beyannamesini imzalayan bütün ülkelerin, bu insanlık dramını seyrederken kıllarını bile oynatmadıklarını hatırlarım.
Bundan yaklaşık 558 yıl önce 28 Mayıs 1463 senesinde Fatih Sultan Mehmet Han‘ın emriyle yazılan AHADNAME aklıma gelir :
“Murat Hanın Oğlu Mehmet Daimi Muzafferi Ebu’l-Feth Gazi Sultan Mehmet Rahmetullahı Aleyh ve Gufran Hazretlerinin Bosnalı Ruhbanlarına Verdikleri Ahidnamey-i Hümayün:
Ben Sultan Mehmet Han; Bütün İnsanlığa İlan Ediyorum ki Bu Ferman-ı Hümayunum Bosna Ruhbanlarına Fransiskenler Büyük Bir İnayetim Zuhura Gelip, Buyurdum ki Bosnalı Ruhbanlarına ve Kiliselerine Kimse Mani ve Zararlı olmasın, İstedikleri Gibi Memleketimde Hür ve Müreffeh Yaşasınlar ve Gezsinler ve Kiliselerine Yerleşsinler. Ne Hazretimden Ne Vezirlerimden ve Reayalarımdan ve Cümle Memleketim Halkından Kimseler Bu İnsanlara Dokunmayup Onları İncitmesinler.
Kendilerine ve Mallarına ve Canlarına ve Kiliselerine ve Dahi Yabancı Memleketlerden Gelen İnsanlarda Aynı Haklara Sahip Olalar.
Yemin Ediyorum ki Yeri ve Göğü Yaratan Allah Hakkı İçün ve Peygamberimiz Hakkı İçin Yedi Müshaf Hakkı İçin ve Kuşandığım Kılıç Hakkı İçin Emrime Uyarak Bana İtaat Ettikleri Müddetçe Bu Fermana Muhalefet Edilmeyecektir.‘’
Bugün İstanbul’daki Ayasofya’yı düşündüm bir de Fatih Sultan Mehmet’in Bosna’da kaleme aldırdığı Ahadnamayı. Bundan 558 yıl evvel insan hakları beyannamesi gibi bu ülkede, yani Bosna Hersek’te, yani Memalik-i Osmaniye’de yaşayan gayri müslim halka verilen insanca yaşama hakkı-fermanı.
Verilen AHADNAMA, İbadethanelerine dokunulmayacağı konusunda önemli bir teminat. Buna karşın bütün Avrupalı Devletlerin, Bosna Hersek’te yaşan Boşnaklara yapılan soykırıma seyirci kalması, bence tarihi bir insanlık ayıbıdır diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.