“Doğa ve insan sevinçler yaratmak için vardır!”
Bakmayın siz insanın, övünüp durduğuna; doğaya hüküm ettiğini sandığına. İnsan, evrenin içinde bir toplu iğne ucu kadar yere, saman tanesi kadar kütleye sahiptir. Doğayla oynamak, dengelerine çomak sokmak, doğayı üzmek, doğaya bilmişlik taslamak alıp götürecektir nimetlerini. Kızdırdığımızda doğayı; doğa, bir fırtına olup insanı, yasamı ve hayallerimizi alıp götürecektir yok oluşa doğru.
Doğanın milyonlarca yıllık varoluşunu insan şekillendirmedi, sürekli aynı kalmadı doğa, kılıktan kılığa yokladı dengeli duran coğrafyaları. Koklayarak ve sabırla bekledi kendine uygun yer yatağını doğa. Üzerimizde, yağmurlar, güneş ve bulutlar istiyorsak; ağacı, kuşu, kurdu, kelebeği, suyu, toprağı, dereyi ve gökkuşağını özgürlüğümüzün ve varlığımızın kökleri sayacaksak, tekrar tekrar dayanışmamız doğayla olacak. Husumetinden korkacağız doğanın! Ve sabrımız, hoşgörümüz, sevdamız doğaya dolanacak,
Doğa, kendisine yapılan zulmü, haksızlığa, kötülüğü haber verir insana; tıpkı Marmara’nın yaptığı gibi, karşımıza çıkar salya sümük kötülüklerimiz. İncindiğinde doğa, küser yağmur, ışıldatmaz kar taneleri, sevindirmez Güneş. Solumaz çınar tozu toprağı, sen doğaya hor bakınca.
Doğayı, malımız, mülkümüz, sermayemiz, rantımız, giyimimiz, kuşamımız olduğunu öğretenler, yapmıyor iyilik bize. Bilemedik! Amazonlardan Gine’ye, Salda’dan İkizdere’ye, Kazdağları’ndan Gürpınar’a nefesimiz olan doğayı, yaşamamızın tek teminatı olan doğanın yalvarışlarını.
Bu günlerde iyilerde var, doğasına, yaşamına, insanına sahip çıkanlar, doğayla ve dünyayla barışına sahip çıkan iyiler. O iyiler çoğaldıkça güvende yaşayacağız biz; rant, sermaye, mal, mülk, kar, hırslar uğruna, tüketim uğruna doğayı avuçlamak isteyenlere karşı.
İnsan zihnine reklamlarla işlendikçe, “eksiklik duygusu,” “yetmezlik safsatası,” “daha çok benim kavgası;” hayattan tat alamayanlar olarak büyüyor, yok oluşuna seyirci kalıyoruz doğanın. Her gün emeğimiz, haklarımız, işimiz, güvencemiz, insanca yaşam hakkımız, özgürlüklerimizin çalınması yetmiyor, gözü açlara; çökmüşler yedi kıtada doğanın bedenine.
Doğaya çöken eller, geleceğimize çöken ellerdir: İnsanı da köreltiyor, yapıyor insanı bir tüketici kurt, insan iyiyi kötüyü ayırt edemez hale geliyor, bilemez hale geliyor insan güzelle çirkinin ayrımını. Birilerinin hırslarını, dünyayı yutmak isteyenleri; ellerimizle, emeğimizle, alın terimizle, gecemizi gündüzümüzü tüketerek besliyoruz, oysa doğa seni “var olmaya,” “özgür olmaya” çağırıyor!
“Doğa’ya karşı işlenen bir suçun öcü, insan adaletinden daha zorlu olur,” diyen Dostoyevski’nin uyarılarına kulak verme zamanı.” Doğa bana “fakir olma” demedi, “zengin ol”da demedi, ama “Özgür Ol” diye yalvarıyor,” diyen, Nicolas Chamfort gibi düşünürlere ses verme zamanı.
“Dünyanın herkesin ihtiyacına karşılayabileceğini, ama herkesin hırslarını karşılamaya yetmeyeceği,” deneyimini bize katan isteyen Gandhi’nin anlayışıyla avuçlarımızda tutacağız doğanın nimetini.
Bize enjekte edilen “tüketim çılgınlığı ideolojisi; “gözleri kör ediyor, yürekleri kurutuyor, paylaşımı öldürüyor, ortak yaşama kast ediyor, emeğimizi ve zamanımızı çalıyor, bizi birer köle haline sokuyor. Tüketerek, eksiltiyoruz dünyayı, azaltıyoruz denizleri, yok ediyoruz toprağı, kurutuyoruz ormanı ve sonunu hazırlıyoruz insanın. Tüketim hastalığa yendiğimizde emeğimizi korur, doğayı özgürleştirir, zamanı anlamlandırır, özgür, eşit ve paylaşım, dayanışma dolu okyanusta su taneleri olabiliriz.
İnsan var olmadan doğa vardı, insan yokken doğanın dengeleri oluşmuştu, insandan önce doğanın kendi kuralları vardı. Unutma! “Doğa hiç kimsenin, herkesindir.”
Doğa haykırıyor: Ortak sevinçler yaratmak için varız. Güneşi avuçlamak, ay ışığında mehtapla buluşmak, sularda özgürleşmek, mavide hayallere kavuşmak, bulutta kaybolmak, yeşilde özgür olanı solumak için, yaşanılır bir dünya için koru beni, tüketme beni! Beraber “sevinçler yaratalım,” diye sesleniyor doğa.
Alıntılar:
Fikret BAŞKAYA(Bir Başka Uygarlık İçin Manifesto)
Eric Fromm (Sahip Olmak Yada Olmak)
Zorba (Nikos Kazancakis)