Hayat bizi bileşenleri ile varediyor!
Hayat sadece insandan mı oluşuyor? Sanırım bu zamana kadar hayatın başka bileşenlerinin olabileceğini çok önemsemedik; ya da işimize öyle geliyordu. Oysa insanla birlikte yaşamı birçok bileşeni olmadan sürdürmek mümkün görünmüyor.
Bilereke ya da bilmeyerek bugüne kadar yaşamın merkezine veya esasına “insanı” koyduk. İşte “her şey insan için, insan varsa her şey var, insani olmak, insanı merkez almak” gibi bir yaklaşım bizim yaşamsal öğeler arasındaki esasımızdı. Hayatı, yaşamı, evrenin döngüsünü “insanla sınırlamak” belki de insanın en büyük yanılgılardan olacak.
Gün geçtikçe, “her şey insan için,” söylemini veya anlayışını, tartışmaya ve bununla ilgili yeni bir değerlendirmeye zorlanıyoruz. “İnsan için” küçültülen doğa, tahrip edilen kaynaklar, kuralsız tüketim, doğal varlıklara ekonomi merkezli yaklaşım, gittikçe bizi kendimizden başlayarak yeni sorunlarla boğuşmaya yöneltiyor. Ekolojik dengeyi görmeden, doğal varlıkların önemini kavramadan, iklimlerin, küresel ısınmanın, atmosferdeki dengenin kıymetini bilmeden, insan ne yapabilir, konusu can sıkıcı bir durumu bize anımsatıyor.
Geçen haftaki yazımızda; iktisat, kar, çıkar, ekonomi, sermaye merkezli bir dünya anlayışının, tüm insanlığı tehdit ettiğini ve bunun canlı varlıkları ve doğal dengeyi tahribatı konusunda uyarıcı olmaya çalıştık. Konuya bu hafta Gazete Duvar’da yazan Nur Betül Çelik’ten bir alıntıyla katkı sunmakta faydalı olacaktır. Nur Betül Çelik, 19 Haziran 2021 tarihli yazısında şunları diyor:” Evimizin penceresinden yandaki binanın duvarlarını, küçücük pencerelerin arkasında sıkışmış insanların sıkıcı hayatlarını görüyoruz sadece. Sokağın grisini, üstüne gelişigüzel park edilmiş araçların renkleri bozuyor. Ağaç yok, çiçek yok. Mis kokulu ıhlamur ağaçlarının süslediği sokaklar, bahçesi ağaç gölgesinde saklı kalmış küçük evler yok artık. Penceresinden üç metrekare yeşil gören kendini şanslı sayıyor. Hele de denizi ucundan kıyısından gören evler yalı muamelesine tabi tutuluyor. Oturduğumuz evlerin banyolarından odalara yayılan lağım kokusuna alışmış burunlarımız, müsilajdan kaynaklı kokulardan da rahatsız olmayabilir tabii. Ama artık tehlike çanları çalıyor. Evlerimiz ne kadar akıllı, çelik konstrüksiyon kafeslerimiz ne kadar konforlu olursa olsun susuz, havasız yaşamak mümkün değil. Denizdeki hayatın ölümü, sona yaklaştığımızın kanıtı. Bir an önce beton projelerinin durdurulması gerekiyor.”
Havasız, susuz, gökyüzü olmaksızın, ağaçsız ve kirli hava ile yaşamaya mecbur muyuz, ne uğruna? “Sadece insan” uğruna. Ne uğruna? Hırslarımız, aç gözlülüğümüz, bitmeyen tüketim hastalığımız, ekonomik rant, güç olmak, hükmetmek uğruna mı? Ah insanlık!
Evet, “tehlike çanları çalıyor.” Denizin, ağacın, toprağın, suyun, havanın, çeşitliliğin yok edilmesi ile hangi sona varacağımızı tahmin ediyoruz. Bilim insanları çığlıkları ile bizi duymaya; dünyayı yönetenlere yol göstermeyi görev biliyorlar ama ulaşmıyorlar; çevre, doğa, canlı türlerini zorunlu olmayan ihtiyaçlar uğruna tüketmeyi durduramıyoruz.
İnsan daracık alana sıkıştıkça, beton ve demire mecbur edildikçe, daracık sokaklara dolduruldukça: İnsan, sıkışıyor, “suyu çıkmış üzüm posasına” dönüyor. “Suyu çıkmış insanda,” verimlilik, üretkenlik, mizah, estetik, sanat, neşe, coşku, sevgi, yakınlık kalmıyor; suratı asık, öfkesi burnunda tüten, gözleri çakmak çakmak, yıkılmaya hazır birer yüreksiz kuru fidana dönüyor, insan. Oysa Nietzsche; “alev yayan kömür” olmalı adil insan, diyor. Ya da sevinçler, neşenin, coşkunun, yardımlaşmanın, hoşgörünün, mütevazılığın çınarı olmalıydı insan. İnsan tükettikçe, kendi dışındakiler tükenmeye devam ediyor.
Tükettiğimiz her şey tüketecektir bizi! Sevgiyi tüketen sevgisizlikten tükenecektir. Dostluğu tüketen, yalnızlığa boyun eğecektir. Dayanışmayı tüketen, yalnızlıkla cebelleşecektir. “Biz’i” tüketen bencilliğin zehrinde debelenecektir. Doğayı tüketen kendini tüketecektir.
Önder ALGEDİK, “doğadan aldığımızı, aldığımız gibi iade etmeliyiz; denizleri çöp yığınına, suları doğal ısısının üstüne çıkararak, hayatın müsilaja (salya sümüğe) boğdurulacağı ile ilgili ciddi uyarılarda bulunuyor.Teslim aldığımız gibi teslim ettiğimizde; güneşe sarılacak, mehtaba duracak, ağaçla konuşacak, sularla serinleyecek, yıldızlarla barışacak, toprakla koklaşacak, kuşlarla neşeleneceğiz
Doğanın enstrümanlarına, ezgilerine, özgürlüğüne, varlığına konuk olduğumuzda, güvende hissedecek insan kendini; kinden, öfkeden, nefretten, şiddetten, yok etmekten kurtaracak olan doğanın korosunda ortaklaşmaktır.
Doğayla ilişkilerimiz eşit olmalı, Sadece “insanı varsayan” kavrayıştan sıyrılan toplumlar, gökkuşağının renklerinde filizlenecek.
Hayatı sadece insanlar sınırlamaktan kurtardığımızda başlayacak, “insanüstü” kavrayışımız.