ARAP BAHARINDAN, ARAP PAZARINA…
Değerli okurlarım, kıymetli okumayan ama bir o kadar da seçimcil demokratlar, pek sosyal sosyalistler, yandaş faşistler, yoldaş komünistler, özgür liberaller, insancıl hümanistler hepinize selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Tecrübelerine güvendiğim bir büyüğüm ‘’Devletin yasakladığı ve İslam dininin men ettiği işlerden uzak durursanız hiç başınız ağrımaz.’’ der ve çok da doğru söyler.
Okuyanlar şimdi, okumayanlarda her zaman diyor ki olur mu hiç öyle şey laik bir ülkede yaşıyoruz. Din ayrı devlet ayrı diye…
Evet bir zamanlar ayrıydı. Ta ki siyasi mitinglerde fatiha okunana kadar. Ama bu başka yazımızın konusu, daha oralara da geleceğiz.
Şimdi bugünümüzü konuşalım. Bugün, bugün dediğim son on yıldan bu yana Arap Baharıyla başlayan, Arap pazarına dönen ülkemize akın akın düzensiz şekilde göç etmek zorunda bırakılan Suriyeli Arap kardeşlerimizden bahsedelim. 18 Ağustos 2022 tarihi itibariyle geçici koruma statüsünde 3 milyon 652 bin kişinin kayıtlı olduğunu öğrendik, tahminimce bu sayının beşte biri de kayıtsız şekilde ülkemize sığınmış olup, bu rakam 5 milyonun üzerindedir.
Beş milyondan bahsetmek, ‘’Dünya beşten büyüktür. ‘’ demek kadar da kolay değil. Beş milyon insan demek, bir o kadar hayal, bir o kadar hayal kırıklığı, bir o kadar geçmiş ve bir o kadar gelecek…
Çadırda yaşayan bir çocuğun hayalini, dairede oturan bir hanımefendinin hayatını, parkta yürüyüş yapan bir amcanın yaşamını kimsenin alt üst etmeye hakkı olmamalı. Fakat bu insanlar siyasi felsefelerin bir veya bir kaçı nedeniyle, iç savaş sonucunda çoğunun hiç görmediği, bir kısmının ismini dahi söyleyemediği bir ülkeye göç ettirildi.
Bir ses duydum sanki arkalardan, ülkelerinde kalıp savaşabilirlerdi diye. Bunu diyen arkadaş; çocuğunun silah seslerine ağlayışına ne kadar dayanabilir, eşinin kendisinden uzakta bilmediği bir memlekette yaşamasına ne kadar meraksız kalabilir, anne ya da babasının sırtına saplanacak bir mermi ile ne kadar mücadele edebilir. Düşünebilir mi ; sadece gözlerini on saniye kapatıp bu psikolojiyi, dramı, kahrı…
Kaldı ki bu insanlar alfabesini dahi bilmediği, dilini konuşamadığı, örfünü bile yaşayamadığı bir ülkede ne kadar kalmak isterler acaba. Turist olsa bir ay belki yaşar, ama mülteci isen bir gün dahi yaşamak istemezsin.
Hele ki bir de, bugüne kadar beraber yaşayıp ülkelerinde gömdükleri sevdiklerini, başka bir ülkede karşılığı olmayan mesleklerini, zorluklarla çalışarak kazandıkları evlerini, arabalarını, diktikleri ağaçları, yetiştirdiği hayvanlarını, yaşadıkları adetlerini, yaşamayı planladıkları hayallerini bırakıp bir yerden başka bir yere gitmekten daha zor ne vardır.
Cebimizden beş Türk Lirasını düşürsek beş dakika arıyoruz, beş dakika düşünüyoruz acaba nerede düşürdük diye, ama hiç düşünmüyoruz bu insanların gözlerinden düşenleri.
Başta belirttiğim o sözü tersten düşünelim. Seçtiğimiz milletvekilleri, mecliste bu insanların ülkemize girmesini oyladı, kabul ettiler ve kanunlaştırdılar. Yani devletimiz yasaklamadı bu insanların ülkeye girişlerini.
Din açısından değerlendirelim bu konuyu; ensar ve mühacir olarak adlandırılmış bu göçün tarafları ve her safhada çok büyük önem verilmiş bu sıfatlara. Hatta ensar olmak sünnet ehli olarak kabul görülmüştür. Anlaşıldı ki bu zorunlu yolculuk, dinen de menedilmemiştir. Anlaşılan o ki; bu kişileri devlet kabul etmiş, din ise kabul edenleri takdir etmiştir.
Bu kişileri şimdi gönderelim demek; birilerinin bir partiden başka bir partiye, başka bir partiden bambaşka bir partiye gönderilmesi kadar kolay değil ve olmamalı.
Bu insanlar ülkeye kabul edilirken hesaplar yapıldı. Dünya birliklerinden ne kadar övgü alacağız diye, dünya liderlerinin kaçının önüne geçeceğiz bu kahramanlıkla diye, dünya genelindeki yardım örgütlerinden, gelişmiş ülkelerden ne kadar para alacağız diye...
Ama hiç hesap edilmedi; bu insanlar ülkemizde suç işler mi, evlilik yaparlar boşanırlar mı, çocuk yaparlar mı, gruplaşırlar mı, sosyal yaşamı rahatsız ederler mi, ülke vatandaşı tarafından dışlanırlar mı diye. Keşke övgüden, kahramanlıktan, alınacak paralardan önce bunlar düşünülse ve bu insanlara yaşam alanı tahsis edilse idi. Ya da çok çok öncesinde vatandaşlarımız eğitilse idi. Keşke özendiğimiz Avrupa ve Amerika gibi binbir ırk ile aynı ortamda yaşamaya alışır halde olsaydık…
Kimi gönderelim, kimi göndermeyelim diyor. Bugün gönderilmeyecekler diyenler, halktan tepki alınca tabi ki göndereceğiz diyor. Adeta Arap pazarına döndü ortalık…
Soruyorum seçimcil demokratlara, seçtiğiniz vekillerini mi gönderelim?
Soruyorum sosyal sosyalistlere, zengin fabrikatörleri mi gönderelim?
Soruyorum faşist kardeşlerime, Türkmen kardeşlerimizi mi gönderelim?
Soruyorum yoldaş komünistlere, emeği ile çalışıp ter dökenleri mi gönderelim?
Soruyorum insancıl hümanistlere, mağdur edilen mazlumları mı gönderelim?
Bence hiç kimseyi hiçbir yere göndermeyelim. Eşitliği, özgürlüğü, insanlığı, kardeşliği, huzuru, adaleti getirelim…
Süte su karıştırmayalım, söze yalan bulaştırmayalım, mideye haram sokuşturmayalım, bozmayalım, bozulmayalımmmmm.