RAHLE
Eski eserler en büyük merakımdır. Çok fazla eski eserim mevcut değil, amma elimdeki parçalar önemli değerdedir. Mutlaka siz de bazı eski parçalara sahipsinizdir. İlk aldığım parça bir gaz ocağı idi. Bilmem hatırlar mısınız? Evlerde doğal gaz veya hava gazı olmadığı dönemlerde, gaz ocağı kullanılırdı. Petrol türevlerinden biri olan gaz yağı için yapılan bu ocak, bir pompa vasıtası ile ince bir delikten gaz yağı püskürerek üst halkada yanmaya başlar. Isı azalmaya başladığında tekrar pompa ile haznedeki basınç artırılır. Elimdeki gaz yağı ocağı, 2’inci Dünya Savaşı’ndan kalma Rus malı bir ocak. Çalışır durumda mı bilmiyorum. Pompası çalışır durumda, ancak gaz yağı alıp da sistemin aktif olup olmadığını denemedim.
Bir başka parça ise, 1942 senesi yapımı Remington marka bir daktilo makinesi. Aslında faal bir makine, tuşları, şerit akışı, muntazam çalışmakta. Diğer yerleri ise, daktilo üzerindeki şeridin yedeği olmadığı için, makineyi pek fazla çalıştırmadım.
Bir başka parça, 1952 model Philips marka lambalı radyo. Orta ve uzun dalgada çalışabilecek kabiliyette bir radyo. Radyo ve içindeki lambaların çalışır olması da pek fazla fayda vermemekte. Çünkü radyonun çalıştığı frekansta yayın olmadığı için elimdeki radyonun faal olup olmadığı konusunda herhangi bir iddiada bulunamamaktayım. Bir ara içindeki devreleri çıkarıp hazır bir sistem koymayı düşündüm, amma özelliğini yitireceğini düşünerek vazgeçmiştim.
Elimdeki diğer bir parça, FACİT marka yeşil bir hesap makinası. Hatırlar mısınız, seneler önce hesap yapmak için kullanılan kol çevirmeli, hesap yapılmasına yarayan hesap makineleri vardı. Yeşil renkli Facit, bej renkte üretilenlerden evvel kullanılmaktaydı. Her iki seri hesap makineleri, hesap yapan insanlar için çok kullanışlı birer yardımcı idi. Bu aletlerin yanında ise, üniversite zamanımızda kullandığımız ‘sürgülü cetvel’ler de bir yerde antika eşya haline dönüştü. Aristo marka 2 sürgülü cetvelim de benim için çok değerli 2 parçadır.
Sakladığım birkaç parça pul ve ilk gün damgalı ve son gün tarihli birkaç zarfı da bu antika parçalardan sayarım. Hele bir zarfın çok hazin bir de hikayesi vardır. 1976 yılı Eylül ayı başında, İngiltere’deki Farnborough Hava Fuarı’na gitmiştim. Şirketten bir başka arkadaş, eşi ile yine o tarihte Londra’da idiler. 10 Eylül tarihinde Ankara’ya dönecektik. Benim geri dönme planım son gün değişti. İstanbul yerine Paris üzerinden bir yere uğramamı istediler. Ben de biletimi değiştirerek, Paris yönü ile Ankara’ya yeniledim. Gitmiş olduğum Hava Fuarı’ndan birkaç uçak kartpostalı temin ederek, eve, bilhassa çocuklara Farnborough’dan pul yapıştırarak postaladım. 10 Eylül 1976 tarihinde Heathrow’dan kalkan BEA 476 İstanbul yolcu uçağı, Zagreb semalarında Alman turistleri taşıyan YU-AJR kuyruk yazımlı DC 9 charter uçağı ile havada çarpıştı.
Belki havacılık tarihinde havada çarpışan böyle başka iki yolcu uçağı olmadığını düşünmekteyim. Çarpışmadan habersiz ben de aynı saatlerde Paris’e doğru yola çıkmıştım. Paris’e indiğim zaman Zagreb uçak kazası konusunda herkes konuşuyordu. Bir yetkili kişiden konunun ne olduğunu sorunca, büyük elemin acısını iliklerime kadar hissetmiştim. Düşen uçakta, sadece benim bildiğim karı-koca dostumdan başka, yine firmamızdan bir başka isim daha olduğunu, hatta kendi ismimin de kayıp yolcular listesinde olduğunu gazeteden okudum. Bugünkü gibi cep telefonlarının olmadığı, hatta uluslararası konuşmaya açık olmayan telefonlardan bir yeri aramanın imkansız olduğu bir dönemden bahsetmekteyim.
Çaresizlik içinde Paris’teki işimi bitirerek İstanbul yolu ile Ankara’ya dönerken, tıpkı Şair Orhan Veli’nin izah ettiği ‘Velinin oğlu, Tarifsiz Kederler içindeyim.’ halindeydim. Ankara’ya avdet ettiğimde gazetelerde çıkan hakkımdaki haberin doğru olmadığına mı sevineyim, çok sevdiğim arkadaşlarıma mı üzüleyim bir gri ikilem içindeydim.
Günler geçti bir gün kapı çaldı. Postacı bana birkaç kartpostal ile bir mektup zarfı verdi. Bu kartpostallar ve mektup zarfı benim Farnborough’dan postaladığım, uçak kazasında BEA 476 sefer sayılı düşen uçaktan kurtarılan posta çuvalından adrese yeniden gönderilen kartpostallar ve mektup zarfı idi. İşte bu zarfları gözlerimde yaşlarla sakladım.
Sahip olduğum bir başka parça ise, 1470’li yıllarda el yazması ceylan deri kaplı bir Kuran-ı Kerim. Bu parçayı bir adamdan satın almıştım. Daha sonra Sabancı Müzesi’ne hediye etmek istedim. Ancak değerini de öğrenmek istemiştim. Daha sonra ne oldu bilmiyorum. Kuran hala bende durmakta.
Ancak bu kuran için RAHLE arayışında bulundum. Bir sedef kakmalı, bir de bir tek parça ağaçtan oyma ilginç rahleyi de bir sahafta buldum. Çok sıkı pazarlıklarla bu iki rahleye sahip oldum. Rahle deyip geçmeyin, bir kitap okurken o kadar yardımcı bir aparattır ki inanamazsınız. Hani bugün dizlerinin üzerine çöküp rahleye kitap koyup oku deseniz, işte bunu yapamam. Küçük çocukları kuran kurslarında diz çöktürüp önlerine RAHLE üstüne kuran koyup, onları bilinçsizce kitabı ezberletirler ya, işte bu olay 3 Mart 1924 tarihli 430 numaralı Tevhidi Tedrisat Kanunu’na aykırı olarak, çocukların dinini ve inançlarını kullanarak, militan yetiştirmeye uğraşanların amaçlarıdır.
Bunların hele son marifeti olan 6 yaşında bir kız çocuğunu evlendiren zihniyete karşı durması gereken devletteki kilit kişilerden biri: ‘Bu Olay Siyasi Bir Olay Değildir’ diyebilecek kadar mezhebi geniş midir? Bilhassa adaletten konuşması gereken kişinin, ‘Küçüğün rızasıyla yapılmış işler’ demesi ne anlama gelmekte? Cümlenin başında zaten ifade tamamen açık: ‘KÜÇÜĞÜN’ yani KÜÇÜK dediğiniz 6 yaşındaki bir kız çocuğu olduğunu unutmamak gerekir. Dönüp bu cümleleri kuranlara sormak istiyorum: ‘Siz de istismara uğrayan küçük kızın yaşında, cemaatler tarafından böyle rahle-i tedrisattan mı geçtiniz?’ diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.