Sonu nereye varacak?
Toplumu küçük bir aile olarak ele alalım.
Diyelim ki ailede huzur yok, herkes birbirinin kuyusunu kazıyor, herkes birbirini aldatmaya çalışıyor, aile bireyleri sürekli yalan söyleyerek birbirini aldatmaya çalışıyor. O aile mutlu ve huzurlu bir aile olabilir mi?
Aile bireyleri birbirine güvenip, sevip, sayabilir mi?
Dahası o ailenin devamı mümkün mü?
Gelelim daha büyük ailemize, toplumumuza..
İnsanlar birbirini aldatmak ve dolandırmak için fırsat kollarsa, birbirini sevmezse, başkalarının zorluk, sıkıntı ve üzüntüsünden kendine mutluluk payı çıkarırsa, sürekli birbirinin arkasından konuşup, dedikodu yaparsa, karşısındakinin iyilik, mutluluk ve güzelliğini haset ve kine endekslerse, böyle bir toplum huzurlu ve mutlu olabilir mi?
Yine hayır değil mi yanıtımız!
O halde, biz tüm bu yukarıda saydığımız özellikleri bünyesinde fazlasıyla barındıran bir toplum olarak mutlu olup, geleceğe güvenle bakabilir miyiz?
Elbette hayır!
Yolda yürürken insanların yüzüne bakın lütfen. Herkesin suratı asık, herkesin yüzünde bir endişe ve mutsuzluk hali mevcut. Herkes karşısındakine endişe ve temkinle yaklaşıyor. En küçük tartışmalar, en acımasız kavgalara dönüşebiliyor. İnsanlar birbirini dövüp, öldürüyor.
Hiç kimsenin karşısındakini hoş görme ve tahammül etme eğilimi yok. Müthiş bir tahammülsüzlük duygusu hakim.
Bu yüzden de hepimiz değilse bile, çoğunluğumuz çok mutsuz, gelecekten kaygılı ve endişeli…
Çoğu insan yaşam arzusunu kaybetmiş durumda, yaşamın vasat koşullarının sürekliliğine şükreder haldeyiz.
Biz mutsuz ve huzursuz olunca, doğal olarak huzurlu, mutlu, sevecen ve saygılı çocuklar da yetiştiremiyoruz.
Oysa sevgi, saygı, güzellik ve hoşgörü, çok kolay ve geri bildirimini hemen hissederek yaşamla bağlarınızı güçlendirecek duygular.
Ama toplum olarak bu güzel duyguları paylaşmak ve çoğaltmak yerine, sürekli kin, haset, nefret, kıskançlık ve mutsuzluktan beslenme hastalıklı ruh haline sarılmak nedense daha kolay geliyor.
Böyle olunca da sonuçta hiç birimiz mutlu olamıyoruz.