DEMOKRASİ TEK BAŞINA YETERLİ MİDİR?
Soruyu cevaplamadan önce demokrasinin tanımıyla başlamak gerekir. Kısaca dar bir yorumla "Siyasal denetimin doğrudan doğruya halkın ya da düzenli aralıklarla halkın özgürce seçtiği temsilcilerin elinde bulunduğu, toplumsal ve ekonomik durumu ne olursa olsun tüm yurttaşların eşit sayıldığı yönetim biçimi." olarak tanımlayabiliriz. Tanımı biraz daha daraltırsak, ilkokulda bizlere öğretildiği gibi "Demokrasi nedir çocuklar: Halkın kendi kendini yönetmesidir." demek de yanlış olmaz. Peki ama, dar yorumuna bakıldığında gayet ideal bir yönetim biçimi olarak görünen bu yönetim biçimi, hakim olduğu ülkelere huzur, refah ve mutluluğu, tek kelimeyle adil nizamı getirmiş midir? Gelin sizinle birlikte, yorum yapmadan önce biraz analiz yapalım. Yorum yapmak güzel bir meziyet ama bilgiye dayalı yorum her zaman daha makbuldür.
Birleşmiş Milletler kayıtlarına göre dünya üzerinde toplam 208 ülke bulunmaktadır. The Economist'in 2021'de bu ülkelerden 167'si üzerinde yaptığı geniş çaplı araştırma ve değerlendirmeye göre bu ülkelerin 20'si tam demokrasiyle, 53'ü kusurlu demokrasi ile, 23'ü karma rejim ile, 58'i ise otoriter rejim ile yönetilmektedir. Bu ülkelerden bazıları değerlendirme dışı bırakılmış olduğundan, toplam sayılar örtüşmemektedir. Demokrasi endeks puanına göre çoktan aza doğru sıralama şu şekilde ilerliyor: Tam demokrasi, kusurlu demokrasi, karma rejim ve otoriter rejim. Değerlendirmeye göre demokrasi endeksinde tam demokrasi ile yönetilen Norveç ilk sırada, otoriter rejim ile yönetilen Afganistan ise son sırada yer almaktadır. Afganistan’ın son sırada yer alması bana göre şaşırtıcı bir sonuç değil. Bir ülke düşünün ki kadınların sırf cinsiyeti kadın olduğu için tek başına dışarıya çıkması bile yasak olsun. Bu bilgiden yola çıkarak basit bir mantıkla şu çıkarımda bulunabiliriz; Bir ülkenin idare edilme şekli Afganistan'ınkine yaklaştıkça kötüye gidiyor, Norveç'inkine yaklaştıkça iyiye gidiyor demektir.
Peki güzel ülkemiz Türkiye bu değerlendirmede kaçıncı sırada derseniz, demokrasi endeks puanına göre "karma rejim" ile yönetildiği değerlendirmesiyle ülkemiz 103. sırada yer alıyor. Son zamanlarda Afganistan tarzı bir yönetilme şekline mi, yoksa Norveç tarzı bir yönetilme şekline doğru mu gidiyoruz sorusunun cevabını değerli okuyuculara bırakıyorum. Önemli olan, kayıtsız şartsız bir demokrasi ise, "Egemenlik kayıtsız şartsız milletin" ise, toplu iradenin doğruluğunu yanlışlığını tartışmak da antidemokratik bir yaklaşım olacağından bu konuda yorumumu kendime saklıyorum. Burada sadece şunu belirtmeden geçmeyeyim ki, algıların temiz olduğu, bireysel iradelerin kitle iletişim araçlarıyla sakatlanmadığı, şeffaflığın bulunduğu bir ortamda demokrasi amacına uygun bir şekilde tıkır tıkır çalışır. Saydığım şartların sağlanmadığı bir ortamda ise demokrasinin sadece adı olur ve bir süre sonra yeterince başarılı bir algı yönetiminin sonucunda demokrasinin adı da topluma rahatsızlık vermeye başlar. Orada burada "Biz şeriat isteriz." diyenlerin sayısı artar. Hem de şeriat nedir diye sorulduğunda cevap veremeyecek kişiler yapar bunu çoğunlukla.
Yukarıda bir kısım verilerin analizine değinmiştik. Şimdi asıl sorumuza gelecek olursak: Demokrasi, bir ülkenin güllük gülistanlık olması için tek başına yeterli midir? Yukarıdaki verileri incelediğimizde, biraz da gezip dolaştıysak, bir ülkenin huzurunun ve refahının demokrasiye bağlı olduğu kadar, tek başına demokrasinin yeterli olmadığını da görmüş oluruz. Zira demokrasiyle yönetilen veya demokrasiyle yönetildiğini iddia eden devletlerin tamamı, maalesef sükunete ve huzura erişebilmiş değildirler. Burada rejimin ne olacağından çok, hangi temeller üzerine dayandırılacağının tartışılması zaruret arz eder. Üzülerek söylüyorum ki: Eğitim seviyesinin düşük olduğu, adalet sisteminin ve hukuk devleti anlayışının oturmadığı, yasama-yürütme-yargı organlarının birbirinden bağımsız ve özerk olmadığı, medyanın birilerini göklere çıkartıp ilah ilan ederken bir başkalarını karalama kampanyalarıyla şeytanlaştırmaya çalıştığı, toplumun algı yönetimine son derece açık ve bilinçsiz olduğu bir ortamda bir devlet istediği kadar demokrasiyle yönetildiğini iddia etsin, uygulamadaki rejimin otoriter rejimden hiçbir farkı olmaz. Herkesi tenzih ederek ifade etmek gerekir ki çok bilinen argo bir halk deyimi vardır: "Alışmadık götte don durmaz" diye. Maalesef demokrasinin özü olan eşit yurttaşlığı benimseyememiş bir toplumda demokrasinin durumu da bundan farksızdır. Yeni bir rejim ilan etmeden önce çok sayıda ilkenin benimsenmesi, temellerin sağlam kurulması gerekir. İLK OLARAK EĞİTİMDEN BAŞLANMASI GEREKİR. Toplumdaki her bireyin, algı yönetimlerine kapılmayacak seviyede bir eğitim alması gerekir. Bu eğitim sadece okullarda öğretilen ezberlerden ziyade, küçük yaştan itibaren ailede öğretilen ahlak ve hak eğitimi olmalıdır. Ardından HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ BÜTÜN TOPLUM TARAFINDAN BENİMSENMELİ, kim olursa olsun yargı karşısında herkesin sosyal manada eşit hak ve sorumluluklara sahip olduğu idrak edilmelidir. Son olarak REFAHIN YOLUNUN ÜRETİMDEN GEÇTİĞİ öğrenilmeli, çalışkan bir toplum yetiştirilmelidir. PARANIN PARADAN DEĞİL, EMEK VE ÜRETİMDEN KAZANILMASI GEREKTİĞİ her bireye tek tek benimsetilmelidir. Japonya'da okullarda temizlik görevlisi olmadığını duyanlarınız vardır. Koridorları, tuvaletleri, kantini, kısacası tüm okulu temizleme görevi öğrencilere aittir. Burada amaç, devlet bütçesinden temizlik görevlilerine maaş ödenmemesi, tasarruf edilmesi değildir elbette. Düşünsenize, böyle bir anlayışla yetişen bir çocuk hem çevresini temiz tutma ahlakını edinir, hem de küçük yaşta çalışkan olmanın ve emek harcamanın anlayışıyla yetişir. Sonrasında belki de Ceza Kanunlarınızda "Kasten Çevreyi Kirletme Suçu" diye bir suç başlığıyla kafa yormanıza gerek kalmayacaktır.
Özetle; Eğitim ve adalette ideal anlayışa yaklaşıldıkça, refahın yolunun çalışkanlıktan ve üretimden geçtiği idrak edildikçe gerçek demokrasi toplumda baş gösterir ve huzurla refah kendini göstermeye başlar.
Herkesin huzur içinde yaşadığı, hiç kimsenin sosyal ve ekonomik kaygılar yaşamadığı bir düzen temenni ediyorum. Sağlıcakla kalın.