Şeytan ayrıntıda gizlidir
Şurası çok net; Milli takımımız rakip 10 kişi kalınca daha iyi top oynuyor!
9. dakikada Estonya atağında topu rakibe al da at dercesine kötü kullanan Tolga’yı, Semih sakatlanma pahasına topu kornere atarak kurtardı! Bu dakikada ‘Manitu’nun yanımızda olduğu belli oldu!
10. dakika oynanırken Ömer Toprak'ın Lihter'e ceza alanı içindeki temasına Polonyalı hakem ‘oyna’ dedi. Ahmet Çakar ve Erman Toroğlu’na göre pozisyon penaltıydı ve milli takım 10 kişi kalabilirdi. Ama ‘Manitu’(*) yardım etti!
17'de Semih, Tolga'ya öyle bir geri pas verdi ki Tolga 1 salise geç davransa golü yiyebilirdik. Manitu yine yanımızdaydı!
Ama Manitu, yüceliğini asıl 20. dakikada gösterdi. Hakem, Estonyalı Enar Jaager’i kırmızı kartla oyundan attı! Oh be dünya varmış!
Bu dakikadan sonra saha ve seyirci avantajı, Manitu ve rakibin 10 kişi kalmasıyla coşan milli takımımızın kaptanı, devre tam biterken yeğeni Arda’nın nefis pasını gole çevirdi.
Gol, hepimiz için önce sürpriz sonra umut oldu!
Emre, kutlamanın birlik ve beraberlik içinde olması için sevinçle kulübeye koştu ama Hamit ve Nuri’den yüz bulamadı!
Öyle veya böyle Estonya’yı alnımızın teri ve Manitu’nun da yardımı ile yenince, basın sus pus oldu! Saldırılar durdu, savaş baltaları bir sonraki maça kadar gömüldü!
Şimdi gelelim Selçuk meselesine…
“Abdullah Avcı kişilikli adammış, medyanın eleştirilerine kulak asmadı” diyor bazı aklıevveller!
Zaten Avcı’nın kendisi de gazete okumadığını, bazı şeyleri arkadaşlarından duyduğunu söylemişti!
Gaziantep’te de böyle gazete okumamakla övünen önemli bir siyasetçi var! Bunlar boş laflar. Gazeteler eleştirince böyle aptalca laflar ediyorlar, ama övünce okuyorlar!
Hollanda maçından sonra basının haklı eleştisi en çok, oynatılmayan Selçuk ile Robben’in karşısında varlık gösteremeyen, aksayan Hamit üzerineydi. Bir de gol kralı Burak…
Peki ne oldu?
Hamit’i kesti, Gökhan’ı da, Burak’ı da, Selçuk’u da oynattı.
Eeee!
Selçuk’u ilk 11’e almadı da, ikinci devre oyuna aldı! Bakın, onun hikalesini de Hıncal Uluç yazdı.
“Selçuk'u oynatmayan Abdullah Avcı değil, Okan Buruk... Abdullah Avcı'nın yardımcısı Okan... Tıpkı Emre'yi takım kaptanı yapanın Abdullah Avcı değil, Okan olduğu gibi...
Okan, Emre, Arif, Galatasaray'da kankaydılar. Beraber oynarlardı, beraber eğlenir, gezerlerdi, beraber iş yaparlardı. Nişantaşı'nda kuyumcu dükkanı işletiyorlardı. Hala duruyordur belki de... O kadar yakındılar. Sonra Okan ile Emre, birlikte İnter'e gitti. Kader birliği de yaptılar. Galatasaray'ı beraber sattılar.
Şimdi Abdullah Avcı, Belediye'den milli takımın başına geldiği zaman yardımcısı Arif Erdem'i almadı, bir önceki dönemden kalan Okan ile devam etti. Bu mantıken doğru... Milli takımda devamlılık esas... 'Gel bakalım Okan, siz Hiddink ile neler yapıyordunuz, devam ettirelim, daha iyisini yapalım' demek mantıken doğru... İtirazım yok. Ama daha ilk ilan ettiği takımda Hiddink döneminin en eleştirilen futbolcusunu, gene kadroya çağırıp, 'kaptan' diye sahaya çıkarması ve onu inatla sürdürmesi gösteriyor ki bu takım iki başlı...”
Şimdi anladınız mı, Selçuk neden Emre’nin golüne sevinmedi, kutlamada bulunmadı!
Milli Takım teknik direktörü olmak, oyuncuları birlik ve beraberlik içinde tutmak kolay değil. İlk yapmanız gereken, adaletli olacaksınız. Formayı hakedene vereceksiniz. Oyuncular birbirini iyi tanır. Siz adaletli davranırsanız, formayı hakedene verirseniz, hiçbirinin gıkı çıkmaz. Ama böyle saçmalıklar yaparsanız, herkesi birbirine düşürürseniz, sonunda siz de rezil olabilirsiniz!
Eh, banka hesabında şişen parayı, 70 milyonun ilgisini her babayiğit kaldıramaz!
(*)Manitu, kimi Amerika Kızılderilileri tarafından kullanılan bir terim olup; gözle görülmez, gizemli bir güçtür. ‘Teksas’ okuyanlar bu terimi çok iyi bilirler!