SİLVAN VE CİVARINDA BİR SONBAHAR GÜNÜ GEZMEK…
Telefonda Diana’nın “Hakkâri, Şırnak, Siirt ve Batman gezisi var, ikimiz odayı paylaşalım mı?” dediğini duyunca hemen kabul ettim. Neredeyse ülkenin çoğu kasaba ve köyleri gördüm, ama bahse konu olan kentleri daha önce hiç ziyaret etmemiş ya da sadece yanından geçmiştim.
Fest travel’ı yine Diana’dan öğrenmiş, onlarla günü birlik İstanbul’un semtlerini gezmiştim. O kadar memnun kalmıştım ki daha sonra yurtiçi gezilerinden bazılarına da katılmıştım.
Gezi, Diyarbakır havaalanından başladı. Benim için tek seçenek bir sabah saat 08:30’da Diyarbakır havaalanında olmaktı. O nedenle İskenderun-Diyarbakır arası çalışan bir otobüse gece bindim, sabahtan otobüs firmasının taahhüt ettiği saatte oradaydım. 2+1 denilen koltuk sistemi ve otobüsün konforu sayesinde hiç yorulmadan Diyarbakır’a vardım. Gerçekten Türkiye’de montajı yapılan otobüs, çok rahattı. Gece boyu otobüsün içerisindeki sıcaklık hep 23 derece kaldı.
Konforlu Diyarbakır yolculuğum sırasında 40 sene önceki otobüs yolculuklarımı düşünmeden duramadım. Anadolu Basın Birliği Genel Sekreteriydim ve Anadolu’nun her yerine ancak otobüsle gidebilirdim. Canım Babacım, “kızım gençsin de gece gündüz otobüsle yolculuk edebiliyorsun” derdi. Babamın benim yorulduğumu düşünmesini gülümseyerek karşılardım, uykusuzluğun bana verdiği güç kaybını pek fark etmezdim galiba.
Evet bütün bunları düşünerek erken bir sabah vakti vardım Diyarbakır’a. Doğru havaalanına gitmek üzere taksiye bindim. Çok terbiyeli bir adamdı şoför. Beni Diyarbakır’ın yeni açılan caddelerinden havaalanına götürürken, şehirlerin nasıl da kimliklerini kaybettiklerini gördüm. Önceleri, her bir kentin karakterini anlatan simgeleri vardı. İçinden nehir geçen kentlerin köprülerinin her biri farklıydı örneğin. Kente girince özellikle Güneydoğu kentlerinde yöresel taşlarla yapılmış veya döşenmiş binalar görürdünüz. Diyarbakır’a bazalt taşlarla yapılmış surlardan girerdiniz eskiden. Şimdi, 6 şeritli geniş bir bulvardan giriyorsunuz, bulvarın her iki tarafında yükselen çok katlı binalar ve beton… beton… beton…
Tur arkadaşıma kavuştuktan, diğer gezginlerle de tanıştıktan sonra betonu hiç düşünmedim. O kadar güzel şeyler gördük ve yaşadık ki canımı sıkan beton hiç çıkmadı karşıma.
İlk günden itibaren bol bol cami gezdik. Müslüman Türk boyları doğudan Anadolu’ya girdikleri için bölgede bulunan çoğu cami eski ve bir hikâyesi var. Girip çıkarken en zorlandığım konu ayakkabımı giymekti. Diana, ayakkabılarımız için galoş getirip onu kullanabileceğimizi söylediğinde gezi bitmişti. İstanbul’daki büyük camilerden birinde, ayağınızı plastik bir kılıfla kaplayan makine görmüştüm seneler evvel. Öyle bir düzen olsa ve biz ona para ödesek, ne büyük kolaylık olur.
Malabadi Köprüsü’nü duymayan, bilmeyen yok değil mi? Hatta üstüne şarkı bile var… Her gördüğümde etkilenmişimdir, bu sefer daha anlamlıydı, Ali Bey pek güzel anlattı köprüyü. 12. Yüzyılda yapılmış. Gezgin Albert Gabriel’e göre, modern statik hesabının olmadığı devirde bu açıklıkta bir taş köprüyü yapmak, büyük ustalıktır.
Aynı gün Silvan’da Selahaddin Eyyubi ve Kara Behlül camileri ile dışardan Hasuni mağaralarını da gördük. Hasuni mağaraları Anadolu’da yerleşim gören en eski mağara dizilerindendir, tarihi yaklaşık 10 bin seneye dayanmaktadır. Lokasyon olarak Güneydoğu Toroslar’ın güney kanadındaki kayalara oyulmuştur.
Diana ile Hasuni mağaralarının önünde
Duvar yazısına bayıldım, Rehberimiz de benim için poz verdi
Malabadi köprüsü
Hasuni mağaralarının hemen yakınında yabani incir ağacı
Selahaddin-i Eyyubi cami
Aynı camiden detay
Silvan’da Kale mahallesinde muhteşem bir konağın kapısı
Silvan’da Kale mahallesinde mahalle tandırı
Aynı mahallede başka bir mahalle tandırı
Silvan’da camiye çevrilmiş Keldani Kilisesi