Dark Triad Personality Traits: Üç Karanlık Kişilik ve Kant’ın Maximi (1)
Önceki iki yazının iz düşümünden giderek onlarla ilişkili bir konuyu irdelemeyi düşünürken, bugün bambaşka bir tema üzerinden yazmaya karar verdim. Son zamanlarda benim için çok kıymetli olan öğrencilerim ve arkadaşlarımla yaptığımız sohbetlerde, yurtdışındaki eğitimim sırasında tanıştığım ve hayatım boyunca yaptığım okumalar içerisinde beni en çok etkileyen kavramlardan birisi olan ‘The Dark Triad’ yani “Karanlık Üçlü” konusunda bir gün mutlaka yazmam gerektiğine dair ısrarların bu karar değişikliğinde etkisi olduğunu söylemeliyim.
Karanlık Üçlü kavramı, üç karanlık tipi yani kişilik bozukluklarını ifade etmek için kategorize edilmiştir. Bu üçlü; Klinik Narsist, Makyavelist ve Klinik Psikopat olarak kavramsallaştırılmıştır. Kişilerin davranış motivasyonlarının arkasında yatan temel özelliklerin neler olduğunu ortaya koymak bakımından bu kavramlarla birlikte değerlendirilmiştir. Bu üç karanlık tipin özelliklerine sahip kişiler, kendi çıkarlarından hareketle karşı tarafın duygu ve inançlarını çeşitli şekillerde manipüle ederek, onları acımasızca sömürenler olarak değerlendirilebilir.
Velhasıl milliyeti, inancı, yaşı, mesleği, eğitim ve gelir düzeyi ne olursa olsun, hayatımızın herhangi bir döneminde; işte, evde ya da bir sosyal topluluk içerisinde, bir kez değil, defalarca deneyimlediğimiz insan davranışlarına dair hayal kırıklıklarımızın temelinde yatan kişilik özelliklerini bir yazıda ortaya koyabilmek hak verirsiniz ki kolay bir mesele değil. Bu yüzden bu hassas, fakat bir o kadar da çok önemli gördüğüm konuyu en az 3 ayrı gün içerisinde sizlerle paylaşacağım. Öncelikle gelin bu konuya, birçok insanın yaşadığı ortak sorunlara tümelden tikele doğru olacak şekilde, sorular ekseninde bir yolculuk yaparak bakalım.
Her birimiz hayatın bir anında hayal kırıklığı denilen acı deneyimleri sürekli yaşayıp duruyoruz. Yaşadığımız hayal kırıklıklarının sebebi tabii ki tartışılır. Fakat nerede olursa olsun, genelde hayata ve insana bakış açımızı etkileyen çok ciddi kişilik bozukluklarının bize yaşattığı travmaların bunda büyük bir rol oynadığı gerçeğiyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz sanırım. Aksi takdirde kalabalıkların (buna makam, unvan, sözde sınıf üstünlüğüne dair kriterler de dahil) içinde yalnız olur muyduk hiç? Öyleyse yuvamız olan evlerde; eğitimin, sosyalleşmenin meydana geldiği okullarda; her daim yola çıktığımız sokaklarda; eşimizden, çocuğumuzdan, bizi dünyaya getiren anne babamızdan daha çok gördüğümüz, üretmenin ve üretkenliğin hazzını yaşamamız gereken işyerlerinde ve sekiz milyar insanın yaşadığı bu gezegende neden yalnızız? Bizleri bu yalnızlığa hangi hayal kırıklıkları ve kimler itti acaba? Ailemiz, arkadaşlarımız, işverenlerimiz, yöneticilerimiz ve ilişkilerimiz? Hangisi?
İnsan davranışlarının temelinde bir görünen bir de görünmeyen motivasyonlar/güdüler vardır. Görünen yüz, iç güzellikleri tutkuyla ararken karanlık yüz ise insan avcılığı yaparak manipüle yoluyla sömüreceği beden, zihin ve ruh arar.
Kimi insani davranışlar oldukça şeffaf, crystal-clear, yani duru mu duru, net mi net iken bazı davranışlar ise uçağın kara kutusu gibi gizemlidir. Bu yazıda elimizden geldiğince bu kara kutunun içinde iradelerinin efendisi olmak yerine nefislerinin ve ihtiraslarının kölesi olmuş karanlık tiplerin özellikleri hakkında sohbet edeceğiz. Aslında hödük mü hödük, korkak mı korkak bu zavallıların fındık kabuğunu dolduracak kadar bilişsel zeka ve yetenekleri olmasa da şark kurnazlığı ve sinsilik gibi özellikler bu kişilerin en ince kılcal damarlarına kadar işlemiştir. Bu karanlık kişilikler insan avcılığı özelliklerine güvenerek, tuzaklar ve kumpaslar kurarak, kafalarının arkasında gizli ajandalar ile adeta bir taktisyen gibi attıkları her adımın nereye varacağını bilip, açık kapı bırakmadan (!) kafeslemeye çalıştıkları avları en sinsi şekilde avlamaya çalışırlar. Hedefe ulaşma yolunda; drama, ajitasyon, hayal pazarlama gibi her türlü manipülasyon ile karşı tarafın bilinçsizliğini, zayıflığını ya da çaresizliğini istismar eden karanlık kişilikler, senaryosunu bizzat kendilerinin yazdığı, başrole kendilerini yerleştirip yapımcılığını üstlendikleri bu tiyatro oyununa, yine kendileri sonlandırana kadar devam ederler. Bu oyunun sonucunda karşı tarafın bırakın onuru, gururu, saygınlığı yaşayan bir ölü haline gelmesi bile o karanlık tiplerin umurunda olmaz.
Sözleri baldan tatlı, gözleri ceylandan daha güzel, çenesi (!) bir aslandan çok daha kuvvetli, yaratıcılıkları, vizyonları, yenilikçilik özellikleri ile hayallerinizi süsleyen bir insanın aslında kuzu postu giymiş bir kurt olduğunu anladığınızda, bir kamyonun çarpıp da öldürmediği bir kurban olur çıkarsınız. Nihayetinde çölün ortasında anasını kaybetmiş bir deve yavrusu gibi dönüp durarak içten içe tükenirsiniz. Böyle bir travma sonrası bir enkaz haline gelirsiniz ve işin en acıklı yanı, bu durumunuz kurtarıcı diye gördüğünüz bir sonraki insan avcısına kadar kısır bir döngüde devam eder.
Ya da sürekli tuzaklara düşen bir av olmamak için gelin gerçeklerle yüzleşelim: Hiç kendinizi bir fani karşısında aciz hissettiğiniz oldu mu? Değersizleştirildiğiniz olmadı mı hiç? İyi niyetinizin, saflığınızın, sevginizin kurbanı olmadınız mı mesela? Ya sizin için çok önemli olan hayallerinizin birileri tarafından manipüle edilerek yok edildiğine tanık oldunuz mu? Sadece bedeniniz değil duygularınız da sömürülmedi mi hiç mesela? Bir yap boz tahtası oyununun, bir kısır döngünün veya bir labirentin içinde kendinizi arayıp durduğunuz olmadı mı hiç?
Sanırım bu sorulara evet diyenlerin büyük bir çoğunluğunun unuttuğu şey şu: aslında aradığı şeyin kendi benliğinde gizli olduğu gerçeği. İnsanın bunun farkında olmadan tüm ömrünü, umudunu bir başkasına, bir insan avcısına bağlayarak beklemesi/harcaması, bu beklentinin ardından yaşadığı hayal kırıklıklarına dayalı kendini aciz ve değersiz hissetmelerinin kadere dönüşmesi.
İyi de biz bu tipleri hayatımız boyunca nasıl ayırt edebileceğiz? Öyle ya bunlar ölçülebilen somut nesneler değil ki! Çürümüş ya da ömrünü tamamlamış ne kadar atık ya da hurda varsa onlarla doldurulmuş bir çuvalı kantar ve metre gibi ölçü birimleri ile tartıp ağırlığını ölçüp bu açıdan çuval hakkında bir fikir sahibi olabilir ve ederini bu şekilde anlayabilirsiniz. Bununla birlikte Büyük İskender misali geçtiğiniz yerlerde yaşayan bir canlının bırakılmamasını istemeyecek kadar sözde cesur mu cesur bir yüreğe sahip bir canlı olduğunuzu da yedi düvele atarlarla gösterebilirsiniz. Gösterilen ile gerçek olan arasındaki farkı nasıl kavrayacaksınız? Merhamet, vicdan, erdem gibi değerler ile sahip olduğunuz anlayış, dürüstlük, hoşgörü ve empati gibi kişilik özelliklerini nasıl anlayacaksınız? Bu özellikleri, değerleri bırakın kuyumcu terazisini, en mikron ölçme aracı diye değerlendireceğimiz nanometre ile bile ölçemezsiniz.
O zaman kim bu karanlık kişilikler? Bunların eylemlerindeki temel güdü ya da motivasyon nedir? Bu karanlık tipleri tanımak kolay mı/mümkün mü? İşte şimdi bunları gün ışığına çıkarmaya başlıyoruz ancak pek yakında… Sabrınız için şimdiden teşekkür ederim.
İnstagram: yucesophos
Mail: aliyuc@gmail.com