Kendi sırtına dayanarak yaşayanlar dik yürür: Babama Özlemle

YAYINLAMA: 05 Nisan 2024 / 11.38 | GÜNCELLEME: 05 Nisan 2024 / 11.38

İnsanın hayatında nadir de olsa iz bırakan birkaç insan vardır. Benim hayatımda da var tabii ki. Bunlardan birisi babam, diğeri ise sevgili kız kardeşim Emine. Her ikisini de erken yaşlarda kaybetmiş olmanın bıraktığı kederi, boşluğu, özlemi anlatmaya hiçbir alfabe yetmese de hayatın akışı içerisinde bu durumu kabullenmekten başka çareniz kalmıyor maalesef.

Peki hayatımızda unutulmaz bir yere sahip olan bu insanları diğerlerinden ayıran nedir acaba? En bariz olanları; aranızda kurulan sıkı/sağlam bağ, sizi kendilerinden daha çok sevip üzerinize titremeleri, içtenlikle sevincinizle sevinmeleri, riyasız bir şekilde üzüntünüzle üzülmeleridir. Bununla birlikte aranızdaki hakiki ilişkiyi suni olanlardan ayıran en önemli göstergelerden bir diğeri de kurulan ilişkide “amaç mı? araç mı?” olduğunuz sorularına verdiğiniz cevaptır. Çıkar, beklenti ve menfaat peşinde koşan birisinin sizinle kurduğu ilişki kişilik özelliklerinizden kaynaklı olmayacaktır. Sahip olduğunuz güç, cezbedici ya da ihtiyaç duyulan bir niteliğinize yönelik olacak ve sizi araç durumuna getirecektir. Bu minvalde yaşanılan deneyimler de insanın hatırasında acı bir iz bırakır ki bu “keşke yaşanılmasaydı” izi olacaktır.

Sahip olduğunuz güç ya da doğal özelliklerinizin ötesine geçen özgün benliğinizin merkezinde oluşan ilişkiler ise dostluğunuzun/varlığınızın onlar için çok kıymetli olduğunu gösterdiğinden bunun izi hafızalarınızdan hiç silinmeyecektir. Yaşadığınız sürece fiziken ayrı yerlerde olsanız da yüreğiniz her daim birbiriniz için çarpacaktır. Bu iki yaklaşım bir ilişkinin “kalıcı mı, geçici mi, samimi mi, riyakârlığa mı?” olduğunu gösteren turnusol kâğıdı işlevi görür.

Lakin hayatınız boyunca önünüze çıkan, size siz olduğunuz için değer veren insan sayısı toplasanız, çarpsanız, çıkarsanız hepsi o beş parmağı geçmiyor. Bu yüzdendir ki birçoğumuz kalabalıklar içinde yalnız başımıza ya da varsa o bir avuç; çıkarsız, samimi insanlarla yolumuza devam ederiz. Ancak şurası o kadar net ki: Bu birkaç iyi insan aslında bizim hayatımıza kuyumcu titizliğiyle dahil olurlar. Onlar; iyiyi kötüden, doğruyu yalandan, nezaketi nobranlıktan, mütevaziliği kibirden, makul olanı abartıdan ayırt etmeyi bildikleri gibi ihtiyaç duyduklarında sığınacakları limanı kör kuyudan ayırt edebilecek öngörüye, sağduyuya ve usa da sahiptirler. Bu yüzden dilsiz ve sağır kalabalıkların içinde yalnız başınızaymış gibi hissetseniz de birkaç gerçek dostunuz olduğu taktirde hiçbir zaman tek başınıza olmadığınızı bilirsiniz.

Yukarıda verdiğim bilgi aslında bir nevi Kant’ın maksim dediği ahlaki ilkeyi anlatmaktadır. Her ne kadar bunu daha sonraki yazımda ele alacak olsam da babamla ilgisi şudur: Babamla ben etle kemik gibiydik. Onunla aramızda olan bağ öylesine kuvvetliydi ki yaşıyorken onu kaybetmenin vereceği yükü taşıyamayacağım korkusuyla kalan ömrümü ona vermeyi tercih ederdim. Böylesine bir acının kıskacında geriye kalacak olan miras nedir bilir misiniz? Bir dikili taşının olması ya da olmaması değildir miras… Bir babanın evladına bırakacağı en büyük miras itibardır, çalışkanlıktır, ekmeğini bölüp paylaşmanın anlamını iliklerine kadar hissetmektir!!!

Mutlulukların en büyüğü kimseye muhtaç olmadan kendi sırtına dayandığı, kendi yüreğine sığındığı bir bedene sahip olmasıydı babamın. Ucu ucuna geçinmek zorunda kalsa da dürüstlük ve doğruluktan ayrılmadan yoluna devam ederdi her daim. Sevginin gücünün nefrete göre çok daha sağlıklı olduğunu bilirdi babam. Tutarlı bir insandı, koşullara göre eğilip bükülmek yoktu kitabında. Atalarına karşı saygılı olması, akrabalarına tutkun olması, aile bağını önemsemesi en önemli özelliklerdendi. Fedakârlık yapmak gerektiğinde hiç çekinmeden elini taşın altına koymaktan hiç tereddüt etmezdi. Alavere dalavere işlerden hiç anlamaz, dolambaçlı yollardan konuşulmasından hiç hoşlanmaz, adabı muaşeret kurallar çerçevesinde yani gönül kırmadan düşüncelerini doğrudan ifade ederdi.

Babamın adı mı? Yukarıdaki paragrafların ilk cümlelerin ilk harflerinde gizlidir babamın adı.

Antik Yunan filozoflarından Herakleitos'un zıtlıklar birliği ilkesine göre aydınlık ile karanlık; soğuk ile sıcak gibi zıt kavramlar birbirini tamamlayan olgulardır. Aynı şekilde doğum ve ölüm de iki zıt kavram olarak yaşamın devamı bakımından birbirini besleyen iki temel olgudur. Yani doğum ölümün, ölüm ise yaşamın habercisidir. Bu döngü sadece ve sadece yaşamın devamı için gerekli olan süreçler bütünüdür. İnsanın varlık sebebini ise bundan ayrı bir süreçte değerlendirmek gerekir. Bunu bir kelebeğin kelebek olabilmek için yumurtanın lavra, lavranın tırtıl, tırtılın kelebek olmasındaki başkalaşım/dönüşüm gibi insanında insanlık mertebesine ulaşabilmek için kendisinden başkalaşarak meydana gelmesi gerekmesi şeklinde izah edebiliriz. İşte benim babam tasavvuftaki en önemli öğretilerden birisi olan ‘çekil aradan kalsın yaradan’ düsturunu bilmeden başkalaşım göstererek hakikate ulaşmış ender insanlardan birisiydi.

İlkokul mezunu bir insan olmasına rağmen babam olgunluğu ve farkındalığıyla benim ilk öğretmenimdi. Daha yolun başında bize doğruluğu, erdemi, hayatı, insanlığı, merhameti öğretmişti. Babam öğrenmenin sadece okulun soğuk dört duvarından ibaret olmadığını bilirdi. Bu yüzden fırsat bulduğu her anda üstelik henüz daha okul çağı gelmeden elimizden tutarak götürdüğü her yerde bize okumayı, yazmayı ve çok sevdiği matematiği öğretirdi. Çevresinde bilgili insanlar olduğunda ise bizi tanıştırır ve onlarla sohbet etmemizi sağlardı.

Çalışkandı; ailesine bakabilmek için emekli olmasına rağmen mutlaka ek bir işi olurdu babamın. Sabahın erken saatlerinde çayını demler, kahvaltısını yapar, ardından yollara düşer ve akşam olunca yüzünde yine o efsane gülümsemeleri ve kahkahaları ile sanki gün boyunca hiç yorulmamış, hiç sorun yaşamamış gibi soframıza neşe katardı.

Gururlu ve oldukça alçakgönüllü bir insandı babam. Bilmeden de olsa Sokrates’in felsefesini savunurdu. Hani Sokrates’in bir gün pazarda satılan mallara bakıp “Bu dünyada ihtiyacım olmayan ne kadar çok şey var” dediği söylenir ya… İşte! babam da tam böyleydi. Fazla eşyaya sahip olmanın neden kaynaklandığını bir türlü anlamaz ve sade yaşamı tercih ederdi.

Öfkeyi yangından daha hızlı söndür! Bu özlü sözü de babam yine bilmeden bize öfkeyi ve nefsi kontrol etmemenin bedelinin kontrol edilmesinden daha ağır bir bedele mal olacağını ve telafisi imkânsız sonuçlar doğuracağını nasihat eder ve bizleri uyarırdı. Cevap vermediği anlarda ise bilirdik ki sessizliğiyle aslında en etkili cevabı verirdi. Hadsizlere ve cahillere cevap vermenin kendisine yakışmayacağını da bilir ve böyle ortamlarda izin isteyerek kalkar giderdi.

Kısacası babam; varlığı, duruşu, bilgisi, nezaketiyle idolüm, öğrettikleri ile rehberim, terbiyesi ile esin kaynağım ve çalışkanlığı ile rol modelimdi. Bilincime kazınan bu izler benimle beraber sonsuza kadar yaşayacak.

Aklımın bir köşesine kazıdığım bu büyük insanı kaybetmemin yıl dönümünde size kendisini tanıtmadan edemedim. Babama seslenmem gerekirse: “Unutmadım, unutamadım seni babam. Seni; her günümde, her anımda ve attığım her adımda sevgi, özlem ve rahmetle anıyorum. O emsalsiz özellikteki kızın Emoşumla birlikte huzur içinde uyu babam.

Evladın olmakla gurur duyan oğlun Ali.

Saygılarımla…,

 

Kendi sırtına dayanarak yaşayanlar dik yürür: Babama Özlemle
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *