“Nehirler Doğduğu Kaynağa Akmaz”

YAYINLAMA: 08 Mayıs 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 07 Mayıs 2024 / 21.07

“İnsanlık ilerleyişi” sert ve katı karşıtlarını da hazırlar. Bu çarpışma sabittir. Birde bakıyorsunuz ki her dönüşüm ve değişim kavşağında bilgiler, duygular ve kolektif özler el birliğiyle yakılıp yıkılıyor. Şimdi de bile bilgiye, bilime, aydınlığa, sanata, kamusal birliğe mezarlar hazırlanıyor. Neyle eğitimle, neyle alengirli bilgi ve teknolojik algılarla, esir aldıkları irade ile bizleri kopuşun akıntısına salmışlar.

İktidarın, sömürü ve eşitsizliğin binlerce yıldır en vahşi tekniklerle variyetini kurumsallaştırdığı dünyada elbette yaşam “güllük gülistanlık” akmaz. “Egemen öğreti” üzerimizdeki bu etkileri canlı tutmak ve perçinlemek için en mikro araçlarını (ara vermeksizin) yeniliyor, sahteliği makro düzeyde tertipliyor, beyinleri yanıltıcı şebeke ile manipüle ediyor. Bilgileri karmaşıklaştırıp bilinçli haller yerine “örgütlenmiş bilinçsizliği” sahaya sürüyor. Bunun için eğitim ilk hedef; içerikler, müfredat, programlar inanılmaz derecede karartılıyor. Egemen basın, iktidarın haber merkezleri, gücün iletişim ağları yeryüzüne “deformasyon zehri” akıtıyor.

Böylelikle organize şekilde birbirimizden dışlanıyoruz, tereddüt yükseliyor, güvensizlik kalıcılaşıyor ve hepimiz hüznün ve karamsarlığın toksik gücüne maruz kalıyoruz.

Eksilmeyen bu travmatik fırtınalar kendimizi aşındırıyor. Böylelikle: “nehirlerin doğduğu kaynaklara akmadıklarını” unutuyoruz. (1) Her şey olduğu gibi, belleğimizdeki ilk gibi, başka bir yöne uzamadan veya aykırı bir ışığa yönelmesine izin verilmeden, bizimle olduğu çerçeveye çakılsın istiyoruz. Oysa, “sen ben değilsin; sen benim güncelim, yenilenen ve beni aşan kültür gelinciği olmaya adayısın,” diyebilmeliyiz. Bilmeliyiz ki düşünceler tıpkı dünya gibi hep dönüyor, hiç mola vermiyor, hiç de düzleşmiyor. Bu realiteyi ve diyalektik döngüye yüzümüzü dönünce sonsuz ufuktan, yeni bir tenden, heyecan katan duygudaşlıktan ya da başka bir renkten neden çekinelim ki? Ya da eski niçin yeniden kaçsın ki, eski de bir zamanlar yeni olabilmenin sancılarını yaşamamış mıydı?

Biliyoruz ki varoluşumuz, beynimiz, özümüz sahteyi asla kabullenmiyor. Onun için hiçbir özgürlük, hiçbir kölelik, hiçbir barış, hiçbir savaş, hiçbir sömürü ve hiçbir haksızlık ilk oluş biçimiyle günümüze taşınmadı. İdeolojik, sanal, psikolojik taarruzlar durmadan üstümüze püskürtülse de çizilen dar kalıplara ve beyinsel istismara cephe alan Sokrates’te, Rosa Luxemburg’da, Gandhi’de, Yaşar Kemal’ler de dünyanın özgür uçlarını çoğalttılar

“Yaşamak denemektir.” Tıpkı bir parktaki rengarenk oyuncakları keşf ederken defalarca bir yerlerini incitmek gibi. Yağmurla ıslanan ağacın dalından kayıp, yere serilmek, toprağa çakılırken ayağa kalkmaktan vazgeçmemektir hayat. Yeryüzünün cesur bilgeleri algı, zihin ve hayal güçlerini zamanından ileriye götürmediler mi? Onların devrimi, buluğlaşan geleceği (gözükmeyen gerçeği) hissedip, kendini mevcuttan söküp atmak değil miydi? Onlar denediler!

Vicdanlı ve duyarlı birileri geçmişin ve şimdinin hazinelerini başka bir başlangıç ve yeni bir düzenekte buluşturma algoritması ile hayatla ilişkimize reçete sundular: “Eğer düşersen, elinden tutup seni yeniden kaldırırım. Eğer kaldıramazsam yanına uzanırım. ”(2) Sıra herkesin deli gibi tükettiği hayatın tüm doğal formlarını özümseyip, hayal gücümüzü tıkalı yerden çıkarıp altın başaklı hayatı keşfetmekte.

Hani Japon kültüründe “Kintsugi Felsefesi” vardır. Kintsugi, “her şeyin kusur gözüktüğü bir dünyada, aslında kusurların da güzel olabileceğini gösteren bir Japon sanatıymış.” (3) Kırılan cisimlerin, yıkılan ve parçacıklara bölünen tüm duyguların ve hayal kırıklıklarını “altınla” tekrar birleştirilmesi olarak algılanıyor. Kısaca eksiği, hatayı, yetmezliği ve düşüşü örtmek yerine onu yeniden doğrultacak ve ışıldatacak mayayla kaynaştırmaktır.

İstikametimiz entelektüel mozaiğin yaratıcılık ve derinlikli kavisleri ile buluşmak olmalı. Düşlerimiz, kalbimiz ve zihnimizde canlananlar İskenderiye Kütüphanesi’ne doluşmalı, Hypatia’nın ruhu ile karanlık çağı gömüp ve aydınlığı Antik Atina’dan ileriye, evrene sermeli.

Bulaşıcılığın en büyük fenomenlerden olduğu saptamasını göz ardı etmeyelim.  Her duygu, her düşünce, kolektif yarar ve hatta pozitif pratiğin kaçınılmaz bulaşıcılığı ve de yaygınlaşma eğilimi vardır. Öyleyse hakikatin, bilimin, sanatın, özgürleşmiş zekânın, insancılığın, sevgilerin ve aşkın yenilmezliğini bu güzelim dünyaya bulaştırma zamanı gelmedi mi?

 

Yararlanılan Kaynaklar ve Alıntılamalar:

Dünyanın En Yalnız Beyni( Serkan Karaismailoğlu)

Kitlelerin Psikolojisi (Gustave Le Bon)

Gustave Le Bon

Serkan Karaismailoğlu

Dünyanın En Yalnız Beyni

 

“Nehirler Doğduğu Kaynağa Akmaz”
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *