Yaşatan Dünya Bizim Dünyamız!

YAYINLAMA: 25 Haziran 2024 / 00.00 | GÜNCELLEME: 24 Haziran 2024 / 18.55

İnsanın aynı şeylerle hoşnutluk seviyesine ulaşması veya benzer etkilerle mutlu olması mümkün mü? Mevcut sosyolojik realiteye bakıldığında bu pek de olası görünmüyor. Umursanan veya umursanmayan görüşler, hayranlıklar (inanılmaz derecede olmasa da) ayrılıklarla donanmış. Modern insan öznelliğine umarsızlık, ilgisizlik veya değişmezlik yedirilmiş ve yabancılaşma alternatif seçeneği haline getirilmiş. Makineler gibi hızlandıkça hayat ötekilerle bağlantılarımız kesiliyor, üst yapılar ve alt yapılar yalnızca işleyişi sürdürüyor. Burada yaşam hep alt kategoriye indirgeniyor, interaktif ilişki ise şampiyonluk iddiasını sürdürüyor.

Hani Nietzsche diyor ya, “Ne yazık! Bu zaman insanları artık dans eden bir yıldızı yaratamadığı zamanlar. Ne yazık! Bu zamanlar insanın en kötüsünün bile kendisinden rahatsızlık duymadığı zamanlar.” İnsanın hep öz benlik karşıtlığına yeltenmesi, varoluşsal değerlerine mesafeli kalması, farkı sürekli körüklemesi, içine çekilmesi ya da kendini gersin geriye çekmesi; Nietzsche’nin cümleleri ile tam bir ikicilik ve de ortalama altı zevksizlikle yetinmesi olarak görülebilir. Kendinden ödün veren, kendini çok azla sınırlayan fikir ve düşünceler elbette Kast’ın üzerimizdeki derin etkisiyle yetişiyor. Oysa verimli, uçsuz, bucaksız derin toprağa sahip özümüzü sıradanlığa boyun eğdirmemiz “kendimizle çarpışmayı” kanıtlamıyor mu?

Elbette çarpışma ve çatışmaların yarattığı genişçe koşullar süreklidir ve devamlılık arz eder; imkânsızı imkânlı hale getireceği inkâr edilemez. Yeni yaşamlar için bu dinamik dayanak zorunludur. Orta hal reaksiyonu toplumların doğal halidir, onu ileriye sürüklemek elbette hep mümkün olmuyor, ya da çağ atlatmak binlerce yılı alabilmekte. Daha güzel olma, daha iyiye ulaşma, daha üstün olanla etkileşme geçme olasılığı ölüm ile yaşam gerçekliği kadar sabittir. Bu yöndeki tutum ve iradi eforlar bazen saçma çaba ya da absürt hevesler gibi görülse de; entelektüel insanların kendisi veya bulundukları toplumlar onarıcı veya daha iyileştirici koşullara varabilmişleridir.

Dünyayı silbaştan tarif etme işi aslında çoktan tamamlandı. Öğrenilebilecek doğru şeylerin sonu yoktur; her çağ hayatın üstüne koyarak onu yeniden doğururken(açığa çıkarırken); nefretin, şiddetin, öfkenin, hak gaspının, eşitsizlik ve mutsuz etmenin suç olduğu evrensel doğruluk olarak kayıtlardaki yerini sabitlemiştir. Artık bilgide, ilgide, felsefede, ilişkide seçici olma içgüdülerimiz kendisine tanımlanan ruhu bozarak insanın umutsuzluğunu yenmek gibi bir sorumlulukla karşı karşıyadır.

İnsanın doğallaşması kendisine dönmesidir. (Bu durum ilk ilkel koşullara dönüşü tanımlamaz) İnsan, çağının nesnel ve öznel şartlarının bütün bileşimleri ile sonsuz sayıda anlamlar ve “ahlaki” uçları bütünleyebilir. Doğru temsiliyeti ile gerçekliğe uygun dünya yorumlanmasına katkı sunabilir. Hayati seçicilik; hayati ilgi, pozitif yönelimleri ve umut vaat eden uyarıcıları ile “var eden” varlıkların üstünlüğü sağlanabilir. Yaşanan çelişkilere getirilen her bağımsız yanıtla insan ileriye, özgül, adaletli, yaşatıcı olana dönüşebilir. Güç birikimleri sorumluluk, birliktelik, ortak duygu, saygı ve bilgelikten etkilendikçe insanın gelişim kapılarını özgürce açılabilecektir.

Fromm’a göre: “Sevgi üretkenlik, özgürleşmedir; ölü severlik panzehiridir. Yani gelişim kapılarını açar.” Sevgi ve insanın kendisi dışında birisiyle ya da bir şeyle birlikteliği, yani bütünlük ve bağımsızlık duygusunu sınırlamaksızın başkalarıyla ilişki kurmaya, başkaları ile bir olduğunu hissetmeye olanak veren bir birliktelik. İşte bu değerlere yönelmek üretkenliğe yönelmektir, kendine yönelmektir, kendini yaratmaktır, geleneksel sistemin seni acizleştirmesine direnmektir.

Fromm, bize özgürlüğü; akıl, bilgi, duygu ve bilime kulak verme yeteneği olarak tanımlarken; bu esasları ise insanı özgür kılan ve dünya üzerindeki yerini doğru anlama olarak görmeliyiz. Fromm’un dediği gibi, “özgürlük sahip olduğumuz ve sahip olmadığımız sürekli bir nitelik değildir.” Özgün ve hakiki seçimler yaptığımız sürece kendimizin özgürleştirici edimleri iştahlanır.

Sonuç olarak insan toplumunu aşmak, insani potansiyelini sürekli geliştirmek zorundadır. Bu gelişimi ilerletiş tercihi, aynı zamanda insanlıkla kuracağı temaslarının yakınlık ve uzaklığını belirler. Eğer gelenek, erk, çarpıklık, üstünlük, yasak, yoksulluk, esirlik ona doğal geliyorsa, insanın kendi doğasına sahip olmayacağını gösterir. Toplumlar, ilerlemeye genelde engelleyici gerekçeler sunarlar. “Mevcutla birlikteliği” yayarlar, varolanın özdeşi olmayı yeğlerler, çünkü “uyumlu toplumlar” iktidarlarca inşa edilmiştir. Ama toplumların yeniye iştahlanma arzusunu, ileriye işaret fişeği olan deneyimi ve her egemenliği yıkacak umudu da içinde barındırdığını da biliriz.

Evet “dünyanın gidişatına dair endişe ve kaygı duyanlar çoğaldıkça, duyarlılığı ve tepkiyi bir araya getiren gereksinim engellenmeyecektir.”

Fromm diyor ya, “değişiklik isteği dile getirmeyen yorum yararsızdır.” Değişim dönüşüm kaçınılmaz ise biz nerede duracağız? Buna karar vermeliyiz.

Tüketen değil üreten bir dünya bizim dünyamız. Varoluş doğası gereği yaşatan dünya bizim dünyamız. Artık ne olduğumuzu bilmemiz ve bunu düşünmemiz gerekiyor.

 

Yararlanılan Kaynaklar:

İnsan Olmak Üzerine (Erich Fromm)

Aklın Serüveni ve İsyanı (Nietzsche)

Yaşatan Dünya Bizim Dünyamız!
YORUMUNUZU YAZIN, TARTIŞMAYA KATILIN!
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *