Patmos, Atina, Mikanos ve Rodos’taydık
Dört günlük gemi gezimizin sonuna geldik. Patmos, Atina, Mikanos ve Rodos’ta gezdik. İlk başta ki programda Santorini de vardı, ancak, limanı çok kalabalık olduğu için bazı gemileri almıyormuş, o nedenle Mikanos’ta 24 saat kaldı. İnceleyince Santorini’ye gidemediğim üzülmedim. Santorini, tam bir yanardağ krateri gibi. Gemi limanda durunca, deniz seviyesinden yukarı teleferikle çıkıyorsunuz. Limanda bir sürü gemi olunca teleferik sırasında saatlerce bekliyorsunuz. Şu anda haddinden fazla turist var, demek ki Santorini’ye ölü mevsimde gelmek gerek.
Gemide, uzun kollu sıkı, kapalı elbiseler giyen, başları da aynı sıkılıkta bağlı iki kadın ve aile var. Şu anda güvertede oturuyorum, iPad’i açtım yazı yazacağım, o sıkı sıkı başını bağlayan kadın da alt güvertede kitap okuyordu. Bu arada hava inanılmaz rüzgarlı, iPad’i uçurur diye ödüm kopuyor, kağıt bardakları çantama sakladım uçmasın diye. (Uçarsa cezası 900 €) Derken eşim yanıma geldi, bu arada çay saati oldu. Gittim ikimize çay aldım. Cam bardakların uçmasından da endişe ettim. Böyle güzel güzel otururken, o kitap okuyan başı bağlı geldi, elindeki boş bardağı göstererek, “bu bardağı buraya koymak istiyorum, rüzgar uçuruyor da” dedi. Ben de “Bakın, hemen arkanızda banko ve orada garsonlar var, oraya koyun” dedim. Güvertedeki tüm masalar rüzgar alıyor, benim masam diğer masalara göre daha “dulda”* yerde değil. Kadın bana hakaret etmek mi istedi acaba? Bardağı, iki adım ötede duran bankoya ve garsonlara verebilir. Onu düşünemiyor mu? Yoksa, banko aynı zamanda bar, içki servisi yapılıyor, o nedenle mi oralara yanaşmak istemedi? Oradan gidersek, ben domuz eti yiyorum, masam bile mekruh değil mi? Keşke ona domuz eti yediğimi söyleseydim.
Uzun bir süreden beri vardığım kanaat şu: AKP’deki tüm yaratıklar bir menfaat gereği oradalar. Yükselmeleri, zengin olmaları da çalışkan ve kafaları çalıştığı için değil; körü körüne itaat ettikleri için. Mikanos’ta çarşının içinde de kara çarşaflı, içine çok tuhaf kıyafet giyen bir kadın gördüm. Çarşafın önü tamamen açık olduğu için o tuhaf kıyafetini gördüm. Çok dar bir sokakta karşılaştık, Müslüman ve Türk olduğunu tahmin ettim, konuşuyordu, yanılmadığımı anladım.
İlk fotoğraf Mikanos’dan. Fakı beyni/karga beyni/colaf …. fotoğrafı. Yoğurt, bal ve ceviz. Antep’te onu yoğurt ve pekmezle yaparlardı. Babacığımın ekmekle öğün olarak yediği bir yiyecekti. Bu yiyeceği, 12 sene önce falan Midilli’de keşfetmiştim. O çok mütevazı idi, cevizli değildi. Dün servis edilen de o kadar çok ceviz vardı ki, zor bitirdim. Kocaman bir kase fiyatı: 12.90 €.
Diğer fotoğraf, “bizim Lawrence” beni Nice and Easy’e davet etti. Izgara ahtapot bacağı yedik. O, kırmızı, ben beyaz şarap içtim mükemmeldi. Arkasından tatlı olarak “portakal keki” ısmarladık. Gele gele bizim revani gelmez mi? Çok da şekerliydi, minik birer parça alıp, gerisini bıraktık.
Kocama yaz olunca “Bizim Lawrence” diyorum. Tıpkı Lawrence of Arabia gibi kafasını boynunu örtecek şekilde kaplıyor, boyun kısmını güneşten koruyor.
Daha sonra devam edeyim, bavulumuzu gece saat 01:00’re kadar kapımın önüne koymalıymışım, hemen davranmalıyım.
***
Gezi sırasında aklıma geldi: Ben 1997-2006 seneleri arasında Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne adapte olmasına tanık olmuştum. Uluslararası Zeytinyağı Konseyi ve başka sivil toplum örgütleri Yunanlıların “sakız/mastik”ini pazarlayabilmek için örnek çalışmalar yaptılar, oradan neler çıktı çıktı neler… kadınların vazgeçemedikleri kremler çıktı örneğin.
Girit Adası 1997 yılında Osmanlı’dan kalma yöntemle muhtar tarafından yönetiliyordu. O muhtarla fotoğrafım vardı. Avrupa Birliği gelince, “Siz bir tarafta durun, bu işten hiç anlamıyorsunuz” deyip, doğru dürüst yönetme şekli kurdular. Yaptıkları en doğru işlerden birisi binlerce balıkçıyı, kooperatifler bünyesinde toplamak oldu.
Yunan Adalarında Pire’de deniz o kadar temiz ki, bir tek çöp yok. Kıyılarda da hiç çöp yok. İçilip atılmış bira, şarap şişesi de yok.
1997 senesinde Halley kuyruklu yıldızı en iyi Girit‘ten gözleniyordu. Karanlık kıyılarda yürüyorduk Amerikalı arkadaşlarımla -çok güvenliydi- ve lokantalardan defalarca kullanılmış kızartılmış yağ kokusu geliyordu, rahatsız oluyordum kokudan. Adalarda uzun yürüyüşlere çıktık, kıyılar boyunca lokantalar vardı, hiç yağ kokusu duymadım.
Demek istediğim: bizim turizmden gelir elde edebilmemiz için Avrupa Birliğine üye olmamız şart. Biz bu ahlak ve anlayış seviyemizle turistik bir ülke olamayız. Bez bir çanta aldım. Bütün adalarda ki satış fiyatı aynıydı. Fiyat değişikliği ancak kumaşı değiştiğinde fiyata yansıyordu. Kazıklamak yoktu.
Ahtapot bacağını pek severim, Yunanlılar da şahane yapar. Elime geçen ilk fırsatta yedim. Çok da sevimli bir yerdi. Pek temizdi, sahibi günde iki kere toz aldıklarını söyledi. Deniz dalgaları tuz ve kireç bulaştırıyormuş.
Kafamı dinleyeyim, hiçbir şeyle ilgilenmeyeyim diyenlere gemi yolculuğunu tavsiye ederim.
*Dulda: Antep lisanında sakin, rüzgâr almayan yer anlamında kullanılır.