Pandora'nın Pithosu (Kutusu): “İyi çirkinde gizlidir, kötü de güzelin kılığına bürünür.” (Part 3)

Hayatınızın herhangi bir anında, özellikle en yakınlarınız nedeniyle, insanlığa dair yaşadıklarınız yüzünden sıdkınız sıyrılıp, ‘Aman Allah’ım! Bir insan nasıl olur da bu kadar karanlık bir zihne, kirli bir kalbe ve bunların ürünü olarak bazen tatlı, bazen ise zehir gibi habis bir dile sahip olabilir?’ diyerek kendinizi insansız bir evrende hayal etmediniz mi? İnsanlık ve kültür tarihi, doğudan batıya birçok örnekle insanın nasıl işlediğini gözler önüne serer.” Tarihin herhangi bir döneminde -Allah’ın cezası bir tek çekirdekli işlemciye sahip olmasına rağmen- insanın şahsi üretimi kibir, kindarlık, hasetlik ve kötülük çıktısıyla enerjinizi, güveninizi, sevginizi tüketen, içinde bulunduğunuz toplumun yapısını, normlarını, kültürel otantik dokusunu darmadağın eden Osmanlıca’da ‘tufan’, Türkçede ‘tayfun’, Yunan mitolojisinde ise ‘Typhon’ olarak anılan bu kavram; kaosun, dumanın ve kasırganın, yani yıkımın tanrısından farksızdır. Kısaca, yaşamın tüm güzelliğini içine alıp toz dumana çeviren bir kara delik! Bu kara deliğin içerisine girildiğinde kelimenin tam anlamıyla kendinizi bir zaman tünelinde buluyorsunuz. Bu tünelin ucunda bir ışık görüyor gibi olursunuz Ama o da, ‘avım geliyor’ diye sevinçten dört köşe olmuş zehirli bir yılanın gözlerindeki aldatıcı bir umut parıltısından başka bir şey değildir. Bu karanlık tünelin bir de havalandırma (fan) sistemi vardır; motorunda zalimlik, narsistlik, entrika, hile, kin, irinden başka bir şey üretmeyen, pervanesi ile bunu tünelin içine boca eden ve tünel içine yayıldıkça herkesi acı ve ıstırapla baş başa bırakan sadist ve zalim bir aygıt! Bir mitosu ele almadan önce neden insan doğasına dair bu kadar karamsar bir betimleme yapıyorum? Çünkü mit dediğimiz şeyler aslında 1000’lerce yıl önce yaşanmış olaylarla insan eylemlerinin arkasında yatan temel motivasyonları, ihtiyaçları, istekleri, arzuları vs. anlatan söylencelerin -aynada reflekte edilenin değil sırrında saklı olanın- ortaya konulmasından başka bir şey değildir. Bir başka deyişle mitler, ele aldığı birçok sembol, simge ve arketiple aynanın arkasındaki gerçeği saklayan sırdan başka bir şey değildir.
Gelelim mitolojinin en ilgi çekici, en sihirli ve gizemli simgesine… Pandora’nın Pithos’una yani küpüne… Jean-Pierre Vernant’a göre bu mit, kadının yaratılışını anlatır. Bana göre ise yalnızca kadını değil, tüm canlıları anlatır. Pandora, sembolik olarak tünel misali derin mi derin, ucu bucağı olmayan, içinde bir yandan gizemli, bir yandan da öfkeye, intikama, kine dayalı bir kodlama ile “silikondan!” değil ama kilden yaratılmış ilk fani insan. Daha önce insan yok muydu? Vardı ama onlar, hemen hemen hiç çalışmadan (bir gün çalışıp bir yıl rahat yaşayan), hastalanmadan hayatlarını sonsuza kadar devam ettiren ölümsüzlerdi. Yeryüzü ise sıkıcı. Oraya Schopenheur’un acı ve ıstırabı gerekiyordu. Zeus’da bunun için verdi kararını ve gönderdi ilk ölümlü olan Pandora’yı yeryüzüne. Yukarıda ekmek elden su gölden yaşayanların aksine, ölümlüler diyarında onları bekleyen sadece hiç bilmedikleri “yeni alemin zorluklarıyla başa çıkmak” değildi. Orada onları, Pandora’nın karanlık dehlizinden çıkacak kötülük, kurnazlık, kumpasçılık (bunun için gerekli bilgi ve beceri), hasetlik, kıskançlık, yalancılık ve iftira gibi özelliklerin ruhlarına kazınması bekliyordu.
Zeus, Pandora’yı neden bu kaotik ve bilinmez dünyaya, nasıl hayatta kalacağını öğretmeden gönderdi? Dahası, Zeus neden ilk ölümlünün bir kara deliğin içinde hayat bularak ortaya çıkmasını istedi?
Bu soruların yanıtlarını doğrudan vermek gerçekten kolay değildir. Ancak aşağıda, kendi okumalarımdan yola çıkarak yaptığım çıkarımlarla, elimden geldiğince bu sorulara yanıt vermeye çalışacağım.
Vernant’a göre kaos, toprağın (Gaia) en derin yerindeki yani başlangıçta görülen görüntüdür. Yunanlılar onu ‘bütün sınırların karıştığı bulanık bir sis olarak düşünürlermiş’.
Prometheus öngörüsü yüksek olan ya da geleceği gören anlamına gelmektedir. Bu nedenle birçok şeyi önceden düşünerek yapabilen birisi olarak tasvir edilir. Prometheus aslında bir Titan (Dev) olarak Olymposlu tanrıların rakipleri içerisindeki kadroda yer alır. Kendi yönetimi altındaki insanların ilk öğretmeni olarak onlara nasıl düşünmeleri gerektiğini öğreten bir bilge olduğu kadar kurnaz birisi olarak da öne çıkar. Prometheus, Makyavel’in ‘amaca giden her yol mübahtır’ düsturunu aldığı kişi de olabilir! Bununla birlikte, inanılmaz kıvrak zekasıyla her türlü zorluğun üstesinden geldiği gibi Memphis veya Delphi tapınaklarının kahinleri gibi de geleceği öngörebiliyormuş. Vernant, Prometheus’u bir devrimciye benzetir. O, Zeus’un inşa ettiği düzende, kendisine bahşedilen payı kabul etmek yerine ve alışılmışın aksine hak ettiğini ve adil bir bölüşümü talep eden bir isyancıdır. Öyle bir yapı içerisinde bunun ütopik bir şey olduğunu bildiğinden de bu paylaşımı kendine has yöntemle yani kurnazlıkla yapar. Bir kurban töreninde kesilen hayvanı iki kısım olarak hazırlar. Bunlardan birinde, eti iyice sıyırıp allayıp pullayarak çekici hale getirdiği ışıl ışıl parlayan bir kemik yığını var. Diğerinde ise herkesin bayılarak yemek istediği en lezzetli parçaları, işkembeye sararak sözde iğrenç bir hale getirdiği sakatat var. Zeus, hileyi tahmin etmiş olmasına rağmen uzun, yağlı kemik yığınını seçer ve böylece Prometheus ile insanlık için rahat ve huzurun olmadığı bir dönemin kapısını aralar.
Daha önce dediğimiz gibi mitolojiyi anlamanın ötesinde kavramak için simgeleri, sembolleri yorumlayabilmek gerekir. Burada anlatılanları simgesel bakımdan düşündüğümüzde İngilizce’de çok sevdiğim bir söz olan “Do not judge the book by its cover” la açıklayabiliriz. Türkçe’ye çevirirsek ‘bir kitabı kapağıyla/görünüşüyle yargılama’ yani “ambalaja değil içindekine bak” (!) gibi bir gerçekle karşı karşıya kalıyoruz. Vernant bu durumu şu şekilde yorumluyor: “iyi çirkinde gizlidir, kötü de güzelin kılığına bürünür.” Vernant, ayrıca sıradan fanilerin varlıklarını devam ettirmek için yemek yemesi, şarap içmesi gerekirken tanrıların böyle bir şeye ihtiyacı olmadığını söyler. Onlar her daim güçlü iken faniler enerjileri tükenen varlıklardır. Son olarak, kemik bedenin temel direğidir ve ölmeden, bozulmadan öylesine kalırken et çürür, bozulur ve mundar olur! Kemiğin içindeki ilik ise nesillerin devam etmesini sağlaması bakımından da yine tanrısallığın simgeleyen öğelerden birisidir, der Vernant.
Mitolojinin en önemli simgelerinden biri olan Zeus’un meşhur şimşeği Pandora’nın Küpünde ateş olarak karşımıza çıkmıştır. Zeus öfkelendiğinde şimşeği ile istediği düşmanları yok edebilme gücüne sahipmiş. Hatta antik çağın en önemli üç şifa merkezinden biri olan, -benim de büyülendiğim merkezlerden- Bergama Asklepeion tapınağının adını aldığı Asklepeion, ölümlülere şifa verdiği için Zeus tarafından şimşekle öldürülmüştür. Yer altı tanrısı Hades, Asklepeion’un tapınaklarındaki şifaların etkili olmasıyla, Zeus’a, adeta, ‘benim müşterilerimin sayısı azalıyor’ diye şikayet etmesinin ardından, Zeus Asklepeion’u şimşeği ile yakarak öldürmüştür. Burada da aslında müthiş bir metafor vardır. Birincisi ölümlülerin ölümsüzler gibi yaşayabilme ile tanrının en önemli silahının ateşinin ölümlülerin eline geçme ihtimali. Tabii ki, kimse değil gücünü vermek, onu paylaşmak bile istemez, değil mi? Bu olay, metaforik olarak ‘Kimse kendisine çizilen sınırı aşmamalıdır’ mesajının iletilmesidir.
Devam edersek, önceki hileden dolayı hem ateşi hem de buğdayı insanlardan saklamıştı Zeus. Bu şekilde ateş olmadan insanlar kurban etlerini pişiremeyecek, buğday da saklandığından yiyecek bir şeyleri kalmamıştı insanların. Zeus’un gücünün ve ayrıcalıklı varlığının en önemli simgesi olan ateşin Prometheus tarafından kendisinden gizlice çalınması sadece bardağı değil, Posedion’un okyanuslarının bile taşmasına sebep olmuştu. Prometheus gibi bir hadsizin, densizin, düzen bozucunun, kendisini bir halt sanan bu Neo-Robin Hood’un işlediği bu ikinci suç asla kabul edilemeyecek büyük bir günah olduğundan saha dışına atılmalıydı! Çağırdı Hefestos isimli demirci ustasını, Zeus. Verdiği emri: ‘Tez zamanda, ruhu sonradan üflenecek kilden ve çamurdan yapılmış bir figür istiyorum.’ Usta, Tanrıça Afrodit’in suretinden esinlenerek Pandora’yı meydan getirir (Güzelin içerisinde çirkinlik!). Böylece merhameti, şefkati, iyiliği, eşitliği, barışı istemenin cezası olarak tasarlanan Pandora, ruhunda saklı kalacak tüm kötülüklerin tanrılar tarafından üflenmesi için hazır hale getirilir.
Devam edecek.
