Layıkıyla Tanımak

Sanmak ve tanımak sözcükleri, düşün dünyamızda ve karar verme süreçlerinde kullanılan iki farklı zihinsel yöntemdir.
Sanı, tahmin, zan, olasılık ve kanı gibi, kesinliğe ulaşmayan bir tür bilgidir. Bir şeyin öyle olabileceğini düşünmek; ama bundan emin olmama hâlidir. Bu nedenle sanı, kişiden kişiye değişebilen, muğlak ve öznel bir yargıdır.
Tanı ise tanımak, bilmek, teşhis etmek ve ayırmak eylemlerini içerir. Tanı, gözleme, deneyime ve bilgiye dayanır; sanıdan farklı olarak bir bilinç açıklığı taşır.
Her insan; doğduğu ortam, genetik mirası, deneyimleri, travmaları, sevinçleri, gördüğü rüyalar, duyduğu şarkılar, inandığı değerler, sevdiği birinin ölümü, çocukluğunda kokladığı bir çiçek kadar bile olsa kendine özgüdür. Bu tekillik, onu biricik kılar.
Her insan eşsizse, onun hayatına, seçimlerine ya da varoluş biçimine dair hüküm vermeye hangi hakla kalkışırız?
Dolayısıyla bir insanı yargılamak, aslında onun tüm bu iç içe geçmişliğini tek bir davranışa, söze veya tercihe indirgemektir. Bu ise, o kişiyi anlamadan tanımlamaktır. Tanımadan verilen hüküm: adaletsizliktir.
Hüküm, bir şeyin ne olduğuna dair kesin bir karara varmaktır. İnsan hakkında hüküm vermek sen şöylesin demektir. Onun değişme, gelişme, öğrenme ihtimalini yok saymaktır. Onu, onun hakkında sahip olduğumuz sınırlı bilgiyle dondurmak demektir. Ama insan sabit değil; akıcı ve değişken bir varlıktır.
Bu bağlamda yargılanan insan değil davranışlarıdır. Bu davranışlara toplumsal ve ilahi zemin sağlama çalışmasıdır.
İnsan kendi kendine şu soruyu sormalıdır: Ben bu insanı neye göre yargılıyorum? Hangi bilgiye dayanarak? Kimin adına? Mahkemelerin aynı olay le ilgili farklı kararlarının altında bu gerçeklik yatmaktadır.
Çoğu zaman insan, yargıladığı kişiden çok kendi korkularını, değerlerini, bastırdığı arzuları dile getirir. Yani yargı yargılayanın aynasıdır. Bu da menfaate dayalı bir durum olduğunun gösterir.
Bu bağlamda birini müspet veya menfi anlamda yargılamak o kişinin değerleri ile bütünleşerek yeni bir kişilik oluşumu sürecini doğuracağı anlaşılmaktadır. Bu da yargılayanım yargılana, yargılananın da yargılayana dönüşümü demektir.
Burada ahlak kavramı devreye girmektedir. Ahlak bize birini anlamadan yargılamamayı, önce dinlemeyi, sonra anlamayı ve en son hüküm vermeyi öğretir. Kuran’da, Mümin Suresi 20. Ayette. Allah hakkıyla bilir ve hüküm verir. Denmektedir. Hz. Ali Efendimiz “bir kişiye kırk bahane bulmadan onu yargılama3 demiştir. Hz. Muhammed Efendimiz ise "kendini bilen, Rabbini bilir” diyerek yargılamanın kendini tanımaktan geçtiğine dikkat çekmiştir. Kişi, kendinden bilir işi sözü bu bağlamda müspet ve menfi anlam kazanmaktadır.
Yargılamanın alternatifi anlayıştır. Her insanın hikâyesi bir romandır, ama çoğumuz kapağa bakıp yargı veririz. Oysa kapağın ardında acılar, pişmanlıklar, umutlar, arayışlar vardır. Eğer her insan farklıysa-ve gerçekten farklıysa-hiçbir insan hakkında tam anlamıyla "hüküm verilemez." Ancak anlaşılmaya çalışılabilir. Bu da bizi genişletir.
Sanrıya dayalı yargı, çoğunlukla paranoyak, fanatik veya hayalidir. Sanrılı yargı, bireyin kendi iç dünyasını mutlaklaştırmasıdır. Bu yargı biçimi, kendi sanısını Tanrı sanmasıdır-ki bu çok tehlikeli bir yanılsamadır.
Hakiki anlamda hüküm verme hakkı sadece Tanrı’ya aittir. İnsan, tanrılaşmaya çalıştığında, yani sanrısını Tanrılaştırdığında zulüm başlar. İnsan haddini bilirse yargıdan çok merhameti seçer.
Bir kişi veya nesneyi tam olarak tanıya bilir miyiz? Değişip dönüşen bir nesneyi değişip dönüşen birinin tanıması da değişkendir. Bu durumda tanıma; eylemde, kullanmada var olan bir yargı olarak karşımıza çıkmada. Bu durumda mutabakat metinleri hazırlayıp uyulması gereken kurallar belirtilmelidir. Aksi taktirde anlaşmazlıklar, kaos oluşur.
1924 Anayasası böyle bir kaos sonucu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin mutabakat metnidir. Bu metne uyulmaması kaosu doğurmuştur. Çare Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını değiştirmek değil anayasaya uymayanları yargılayıp gerekçelerini görüp anayasayı çağın gereksinimine ve teknolojisine göre milli birlik ve beraberliğin devamına yönelik güncellemektir.
Devletimizin içinde bulunduğu dünya siyaseti içindeki durumuna verilecek en güzel cevap budur.
