Vergi koymak ve toplamayı bilmek uygarlıktır!
Yine Ağustos ayı geldi... Yine Dr. Füsun Sayek’in doğum günü ve yine Arsuz’da onun adına düzenlenen şenliklerin beşincisini yaşıyoruz.
Geçen senelerde olduğu gibi Füsun Sayek festivali gayet renkli geçiyor. Bu sene festival Antakya Tabib Odası’nda yapılan bir etkinlikle başladı. İkinci günün gece programında, vokal caz söyleyen Ayça Gündüz vardı. Ayça Gündüz quartet ismini verdiği; Emre Kantari’nin davul, Anıl Bilgen’in piyano, Ali Bertan Akın’ın da bass gitar çaldığı ve Ayça Gündüz’ün vokal yaptığı dört müzisyenden oluşan bir topluluk. Ayça’nın mükemmel bir sesi ve yorumu var. İngilizce bildiği için de parçaları orijinali gibi söyledi. Gerçekten, portakal ağaçlarının altında, mehtaplı ve serin Arsuz akşamında bize güzel bir caz ziyafeti verdi.
Festivalin üçüncü akşamında konuk, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü, Prof. Dr. İlber Ortaylı idi. Prof. Ortaylı, festivali düzenleyen İskender Sayek’in hocası aynı zamanda. Uzun senelere dayanan bir dostlukları var. Prof. Ortaylı: “Ağustos ayında mümkün değil ben bir yere gitmem ama, Füsun’un son uykusunu uyuduğu Arsuz’a gelmek zorunda hissettim kendimi” dedi.
Prof. İskender Sayek, Prof. İlber Ortaylı ile sohbet etti. Ona çeşitli sorular sordu, biz de o arada daha önce farkına varmadığımız dolu bilgiyi duyma şansını yakaladık.
Bakın, özet olarak İlber Bey neler söyledi: Anadolu, tahılın ilk üretildiği, yetiştirildiği yer. Aynı zamanda flora ve fauna bakımından çok zengin. Aramca, Sümerce, Hititçe, Akadca ve benzeri gibi birbirinden farklı çeşitli yazı türleri Anadolu’da yoğun olarak kullanılmış. Yapılan kazılarda, örneğin Boğazköy’de Hitit merkezinde Akadca, Sümerce tabletler bulunmuş. Yani, eski Anadolu halkı, sadece kendi lisanında değil, ilişkisinin olduğu, ticaret yaptığı tüm ulusların yazılarını kullanarak onlara değer vermiş ve günümüze gelmesini sağlamış.
Prof. Ortaylı’nın değindiği ilginç konulardan birisi de Van’da Urartuca lisanını konuşan Mehmet Kuşman’dı. İlber Bey’in verdiği bilgiye göre, arkeologlar Urartuca tabletleri okumaya çalıştıklarında duyduğu kelimelerin Çeçen’ceyi andırdığını söylemiş Kuşman. Daha sonra araştırıldığında gerçekten de Sultan Hamit döneminde Van’ın Çavuşlu köyüne Çeçenlerin yerleştirildiği ve Mehmet Kuşman’ın da bu ailelerden birisine mensup olduğu ortaya çıkmış. Bugün ise, Urartuca lisasının gerçekten de Çeçence ile yakın ilgisi ispatlanmış.
Dil ve etimoloji, tarihi öğrenmenin en önemli yardımcılarından birisi Ortaylı’ya göre... Nitekim Atatürk’de Ankara’da kurulan Dil, Tarih ve Coğrafya fakültesini bu amaçla kurdurmuş. Öğrenciler, hem dil, hem tarih, hem de coğrafya öğrensinler diye... Dünya üniversitelerinde böyle hem dil, hem tarih, hem de coğrafya olan başka fakülte yokmuş. Bu kadar çabaya rağmen Cumhuriyet döneminde Hitotoloğ çok az sayıda, Bizansoloğ ise hiç yetişmemiş. Prof. Ortaylı bugün için ise, ülkemizdeki arkeoloji çalışmalarının henüz amatörlük düzeyinde olduğunu söyledi.
Prof. İskender Sayek’in diğer bir sorusu, Darius’la İsos’da yaptığı ünlü savaş nedeniyle Büyük İskender’di. Büyük İskender, İskenderun kentini de kuran insandı. İlber Hoca, önce İskenderun’un bugün ki yerleşimine itiraz etti: “İskender, İskenderun’u bugünkü yerinde kurmamıştı” dedi. Gerçekten de İskender’in kurduğu Alexderiatta, daha yukarlarda, Amanos dağlarının eteklerindeydi. Ayrıca bugün Mısır’da bulunan ve yine Büyük İskender tarafından kurulan İskenderiye kenti ile İskenderun arasında benzerlikler var. Her iki kentte, çağında insanlara açık... İşte bu nedenle Yunanistan’ın verimsiz topraklarında yaşamak istemeyen Yunanlılar, Anadolu’ya ve Mısır’a gidip İskender’in kurduğu bu kentlere yerleştiler. İskender, çağında konuşulan lisanların bir kısmını da biliyordu. Osmanlı İmparatorluğunda Fatih, dünyayı bağdaştırmaya çalışan Büyük İskender’i örnek aldı. Arapça ve Farsça öğrendi.
Lisan bilmek, tarihi öğrenmenin birinci şartı İlber Hoca’ya göre. Bunu anlatmak için Troçki’den örnek verdi. Rusya’da hapse düşen Troçki, yanında kitap taşıması yasak olduğu için Almanca, Fransızca ve başka dillerde İncil edinmeye ve okumaya başlamış. İncil’in Rusçasını iyi bildiği için kısa sürede Almanca’yı sökmüş. Bu bilgisini o kadar ileri götürmüş ki hapisten çıktıktan sonra devir değişmiş ve Almanya’ya gitmiş. Kendi kendine öğrendiği Almancasıyla oradaki işçilere nutuk atmış!
Türkler kendi dilleriyle bile igilenmiyorlardı diyor, İlber Hoca... Halbuki Anadolu’da konuşulan birçok lisan ve o dillerde yazılmış tabletler var. Asurlular yazıyı getirdi. Diğer uluslar hukuk ve dinin yanısıra ticaret ve depolama geleneğini getirdiler. St. Paul’ün Anadolu’yu seçmesinde ki neden de yukarda saydıklarımıza dayanıyor. Nitekim Hristiyanlık da önemli tartışmalarını burada yaşadı. Toprak mülkiyeti, vergilendirme sistemleri bu topraklarda kuruldu. Prof. Ortaylı bunları bize anlatırken, çok da güzel bir cümle söyledi: “Vergi koymak ve toplamayı bilmek, uygarlıktır.”
“Ortadoğu ülkeleri üretmezler” dedi İlber Hoca. Ne kadar da doğru söyledi. Ve sözlerine şöyle devam etti: “Ama Anadolu öyle değil... Anadolu üretim merkezi, işte bu nedenle de Ortadoğu mentalitesinden çok farklı burası...”
Bu cümleleri, “Bu topraklar birgün bölünür mü?” sorusu üzerine söyledi.
Prof. İlber Ortaylı’nın sohbet konuşması kelimenin tam anlamıyla mükemmeldi. Ben, teype kaydetmek yerine not tutmayı yeğledim. Tuttuğum notlardan bu yazıyı oluşturdum.
Beşinci Füsun Sayek festivalini yazmaya devam edeceğim.