Dost Dost
Aşık Veysel’i ilk tanıdığım tarihlerde TRT bünyesinde çalışmaktaydım. Mithat Paşa Caddesi’ndeki stüdyolar arasında koridorda karşılaşmıştım. Selam verdim elini sıkıp, ismimi söyledim. Kısa bir sohbet için cadde üzerindeki çay ocağına gittik. Sivas’lı olduğundan çok ortak konularımız olur diye düşünmüştüm. Bende askerlik görevimi Sivas’ta yapmıştım. Yöreyi ve civar köyleri iyi bilirdim. Bu kişiyi tanımanın çok önemi vardı benim için. Bir halk ozanı, bir bilge şairdi ve görmediği halde tabiatı ve olayları yorumlayan bir insandı. Bir tanıştığı kişiyi sesinden dolayı, seneler sonra hatırlama kabiliyeti vardı. Şiirlerinde çok ince çizgilerle, insanlara ders niteliğinde anlatımı olduğundan, ilk okumada anlaşılması benim için önemli idi.
Her türküsünde bir zerafet, bir incelik bulmak doğaldı. Hani Aşık derdi ya ‘Dost dost diye nice nicesine sarıldım, benim sadık yarim kara topraktır.’ Toprak onun için önemli idi, çünkü köyde toprak işlenir, bir avuç buğday tohumu ekildiğinde, onlarca buğday verirdi. Toprak ne ağlardı, ne de gülerdi. Toprağı sabanla yırtar , türlü türlü kullandığımızı söylerdi Veysel.
Kimi zaman topraktan kase yaparız, kimi zaman topraktan kerpiç yapar, duvar öreriz diye anlatırdı. Kimse düşünmez biz daha neler ederiz bu sadık yare, dağları deler mağden çıkarırız, toprağı deler petrol ararız. Sonunda insan ömrü tükenir, bir küçük çukur açarız toprakta, gömeriz ömrü tükenenleri. Bu dünya yaptıklarımızla yapamadıklarımızla kalır .
Biz ömrümüzce yaşar, sonunda bu dünyadan göçer gideriz amma bu kara toprak burada kalır. Bu binlerce yıl böyle olmuş, böyle gelmiş böyle gitmiş. Aslında şairin söylediği gibi bu dünyada bıraktıklarımızla anılırız. Anadolu tarihimizde bu topraklar üzerinde bir çok medeniyetler yer bulmuş, iz bırakmışlar. Geçtiğimiz yıllarda bir kitap okudum ‘History of War’ . Bu kitabın ana teması savaş tarihinin başlangıcından günümüze kadar bilinen savaşları anlatmakta. Kitabın savaş tarihi Anadolu’da başlamakta.
Çeşitli devletler kurulmuş bu Anadolu’da, kimi zaman bu devletler bir birleri ile savaş etmişler, kimi zaman barışmışlar. Ne zaman ticaret bu devletler arasında artmış, o tarihlerde savaş olmamış. Daha çok iki nehir arasında kalan bölgede bulunan topraklar çok kıymetli olduğu kabul edilmiş. Fırat ve Dicle nehir kenarları zaman zaman taşkınlarla gelen alünyonlar, bu toprakları çok verimli kılmıştır. Tigris ve Euphrates nehirleri olarak bu kitapta bahsedilen Dicle ve Fırat nehirleri, bu günlerdede önem arzetmekte. Çünki bu nehirler yanlız tarımsal alanlar olmasının yanında toprağın alt katmanlardaki petrol, bu yöreye iştahı kabaran ülkeleri çekmekte.
Biraz daha içeriye gittiğinizde İran, güçlü ülkelerin ilgi ve alaka odağı olmaktadır. Yer altı zenginliklerin en fazla olduğu bir ülke. Hani derlerya ‘’Bir Sengine Acem Mülkü Fedadır ‘’ burada acem mülkü, yer altı zenginlikleri olarak kabul edilir. Dünyanın en zengin petrol havzaları, En zengin altın kaynakları, ve En zengin uranyum yatakları acem mülkünde bulunmakta. Bu ülke üzerinde ağzı sulanan güçlü devletlerin gözlerini ayırmadıkları bir belde bu ülke. Bir küçük kıvılcımda bu ülkeye saldıracaklarını ayen beyan söylemekteler. Iran Birleşmiş Milletlerin Nükleer konudaki bütün kurallarını tatbik ettiğini söylese bile, bu ülkeye olan sataşma, senelerdir sürmekte.
Basra Körfezi’nde olası bir savaşın, kötü sonuçlarından bütün dünyanın zarar göreceği apaçık ortadır. Bu arada Amerika Birleşik Devletlerinin bir üssü olarak kabul ettiğimiz Memalik-i İsrail’i korumak adına Türkiye’ye yerleştirilen ‘’Vatansever’’ füzeleri kimin vatanını kime karşı koruduğunu anlamakta güçlük çekmekteyim. Almanya Başbakanı bile bu bataryada askerlik görevini yapan kendi askerlerini Başefendi Recep’ten evvel ziyaret ederken, bana çok komik geldi. Malatya’ya gelen Alman Başbakanı Angela Merkel, yakın dostu bölücü terör örgütü başı Öcalan’ın memleketine gelmekten mutluluk duyduğu her halinden belli oluyordu.
Bizi Suriye’den korumak için yerleştirildiği söylenen bu rampalar aslında, İsrail’i Suriye’den, dolayısiyle İran’dan korumak için yerleştirildiğini yöredeki yurdum insanı halk anlatmakta. Benim Suriye ve İran’la bir sıkıntımın olmaması gerekir. Benim halkımın yakınları Suriye’de yerleşik, İran’la ve Suriye ile çok iyi ticari ilişkimiz bulunmakta, bu nedenle bu iki ülke ile bizim bir husumetimizin olması çok uzak ihtimal idi. Bu nedenle biz ‘one minute’ adına neden kendimizi bugün hedef haline getirelim. Bunu anlamakta zorlanmaktayım.
Bizim on sene evvel hiçbir komşumuzla problemimiz yokken, şimdi problemsiz bir komşumuz bile kalmadığı açık ve aleni görülmekte. Bir de kendi içimizde kavgalı olduğumuz bir çok konu bulunmakta. Devlet hukukçularla kavgalı, üniversite hocaları ile kavgalı, doktorlarla kavgalı, memurlarla kavgalı, askerle kavgalı, velhasıl herkesim toplumla kavgamız var. Nerede benim sevgili Aşık Veysel Şatıroğlu’nun söylediği Dost Dost diye nice nicesine sarılacağımız dost bir ülke diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına.