Anayasa Mahkemesi, Hrant Dink davasıyla ilgili ihlal kararı gerekçesinde, kamu görevlilerinin yargılanmasına ilişkin mevzuatın uygulanmasında gerekli özenin gösterilmediğine, İstanbul ve Trabzon'daki kamu görevlilerinin cinayetin üzerinden uzunca bir süre geçmiş olmasına rağmen halen ifadelerinin alınmamasına, öldürülenin yakınlarının ancak kendi çabalarıyla soruşturma sürecinden haberdar olduklarına dikkat çekerek, “Soruşturmanın bir bütün olarak etkisiz olduğunun kabul edilmesi gerekir” dedi.
Anayasa Mahkemesi’nin, Dink ailesinin, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili yaptığı bireysel başvuruda, "etkili soruşturma yapılmadığı" nedeniyle verdiği ihlal kararının "Gerekçesi" Resmi Gazete’de yayımlandı. Cinayet üzerine başlatılan soruşturmanın 2007 yılında 18 şüpheli yönünden tamamlanarak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldığı anımsatılan gerekçede, Ogün Samast’ın İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahtemesi tarafından 2011 yılında kasten öldürme suçundan 21 yıl 6 ay cezasına çarptırıldığı ve kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği anlatıldı. Gerekçede diğer sanıklar yönünden verilen mahkeme kararlar ile kamu görevlileri hakkında yürütülen soruşturma süreçlerine atıfta bulunuldu.
Dink ailesinin Hrant Dink'in öldürülmesi nedeniyle, yaşam hakkının maddi ve usuli yönlerden ihlal edildiği iddiasıyla 2008 ve 2009 yıllarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduğu anımsatılan gerekçede, Mahkemenin resmi makamların Hrant Dink'in yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunmasına rağmen, cinayetin meydana gelmesini engellemek için gerekli önlemleri almamaları nedeniyle AİHS’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin maddi yönden; Hrant Dink'in yaşamını korumada ihmallerinden dolayı emniyet ve jandarma görevlileri hakkında başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olması nedeniyle, devletin, ihmalleri görülen kişileri belirleme ve cezalandırma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna vardığı kaydedildi.
AİHM’in Dink ailesinin başvurusuna ilişkin ihlal kararının ayrıntılarının da yer aldığı gerekçede, Cumhurbaşkanlığı DDK'nın Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak 2012 yılında hazırladığı 650 sayfalık rapora yer verildi. Davanın kabul edilebilirlik yönünden değerlendirmesini yapan Anayasa Mahkemesi, başvurucuların soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki iddiaların açıkça dayanaktan yoksun bulunmadığı belirtildi. Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia edilen kişilere Bireysel Başvuru hakkı tanındığının anımsatıldığı gerekçede, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında, devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunmadığı belirtildi.
Devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altında olduğunun anımsatıldığı gerekçede, ayrıca devletin bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlü olduğu kaydedildi. Gerekçede, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda, Anayasa'nın 17. maddesinin, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemediği anımsatıldı. Bu yükümlülüğün, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerli olduğunun kaydedildiği gerekçede, özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmaması gerektiği ifade edildi.
Anayasa Mahkemesi’nin, Dink ailesinin, Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in öldürülmesiyle ilgili yaptığı bireysel başvuruda, "etkili soruşturma yapılmadığı" nedeniyle verdiği ihlal kararının "Gerekçesi" Resmi Gazete’de yayımlandı. Cinayet üzerine başlatılan soruşturmanın 2007 yılında 18 şüpheli yönünden tamamlanarak İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldığı anımsatılan gerekçede, Ogün Samast’ın İstanbul 2. Çocuk Ağır Ceza Mahtemesi tarafından 2011 yılında kasten öldürme suçundan 21 yıl 6 ay cezasına çarptırıldığı ve kararın Yargıtay tarafından onanarak kesinleştiği anlatıldı. Gerekçede diğer sanıklar yönünden verilen mahkeme kararlar ile kamu görevlileri hakkında yürütülen soruşturma süreçlerine atıfta bulunuldu.
Dink ailesinin Hrant Dink'in öldürülmesi nedeniyle, yaşam hakkının maddi ve usuli yönlerden ihlal edildiği iddiasıyla 2008 ve 2009 yıllarında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurduğu anımsatılan gerekçede, Mahkemenin resmi makamların Hrant Dink'in yaşamına yönelik açık ve yakın tehlike bulunmasına rağmen, cinayetin meydana gelmesini engellemek için gerekli önlemleri almamaları nedeniyle AİHS’nin yaşam hakkını düzenleyen 2. maddesinin maddi yönden; Hrant Dink'in yaşamını korumada ihmallerinden dolayı emniyet ve jandarma görevlileri hakkında başlatılan soruşturmaların takipsizlik kararı ile sonuçlanmış olması nedeniyle, devletin, ihmalleri görülen kişileri belirleme ve cezalandırma amacıyla etkili bir soruşturma yürütme yükümlülüğüne aykırı davrandığı sonucuna vardığı kaydedildi.
AİHM’in Dink ailesinin başvurusuna ilişkin ihlal kararının ayrıntılarının da yer aldığı gerekçede, Cumhurbaşkanlığı DDK'nın Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak 2012 yılında hazırladığı 650 sayfalık rapora yer verildi. Davanın kabul edilebilirlik yönünden değerlendirmesini yapan Anayasa Mahkemesi, başvurucuların soruşturmanın etkili yürütülmediği yönündeki iddiaların açıkça dayanaktan yoksun bulunmadığı belirtildi. Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerden AİHS ve Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia edilen kişilere Bireysel Başvuru hakkı tanındığının anımsatıldığı gerekçede, Anayasa'nın 17. maddesinde düzenlenen yaşam hakkı kapsamında, devletin, negatif bir yükümlülük olarak, yetki alanında bulunan hiçbir bireyin yaşamına kasıtlı ve hukuka aykırı olarak son vermeme yükümlülüğü bulunmadığı belirtildi.
Devletin, pozitif bir yükümlülük olarak, yine yetki alanında bulunan tüm bireylerin yaşam hakkını gerek kamusal makamların, gerek diğer bireylerin, gerekse kişinin kendisinin eylemlerinden kaynaklanabilecek risklere karşı koruma yükümlülüğü altında olduğunun anımsatıldığı gerekçede, ayrıca devletin bireyin maddi ve manevi varlığını her türlü tehlikeden, tehditten ve şiddetten korumakla yükümlü olduğu kaydedildi. Gerekçede, devletin sorumluluğunu gerektirebilecek şartlar altında can kaybının gerçekleştiği durumlarda, Anayasa'nın 17. maddesinin, devlete, elindeki tüm imkânları kullanarak, yaşam hakkını korumak için oluşturulan yasal ve idari çerçevenin gereği gibi uygulanmasını ve bu hakka yönelik ihlallerin durdurulup cezalandırılmasını sağlayacak etkili idari ve yargısal tedbirleri alma görevi yüklemediği anımsatıldı. Bu yükümlülüğün, kamusal olsun veya olmasın, yaşam hakkının tehlikeye girebileceği her türlü faaliyet bakımından geçerli olduğunun kaydedildiği gerekçede, özellikle insan davranışının öngörülemezliği, öncelikler ve kaynaklar değerlendirilerek yapılacak işlemin veya yürütülecek faaliyetin tercihi göz önüne alınarak; pozitif yükümlülük, yetkililer üzerine aşırı yük oluşturacak şekilde yorumlanmaması gerektiği ifade edildi.