Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), dış dünyaya ilişkin mevcut durumla Türkiye’nin kredi notunun “yatırım yapılabilir” düzeyine yükseltilmesi dikkate alındığında, büyüme ve enflasyon açısından 2013'ün 2012'ye kıyasla daha iyi bir yıl olması olasılığının yüksek olduğunu açıkladı.
TEPAV Finans Enstitüsü tarafından 2 ayda bir yayınlanan “Ekonomide Durum” raporunda büyüme oranının yılın ilk üç çeyreğinde potansiyelin belirgin biçimde altında kaldığı, üçüncü çeyrekteki büyüme oranının, ilk yarıdakinden çok farklı olmasa da, büyük ihtimalle ilk dokuz ayın en düşüğü olduğu, işsizlik oranının da sürpriz yapmayarak yüzde 9 düzeyinde seyrettiği belirtildi. Raporda, özetle şu ifadelere yer verildi: “Şirketler kesiminin ekonomiye duyduğu güven ve yatırım yapma isteği 2012’ye kıyasla artacak.
Ancak, yurtiçi kredi artış oranına getirilen üst sınır nedeniyle, yurtiçi kredi arzının 2012’ye kıyasla özel yatırım harcamalarında anlamlı bir artış sağlamasını beklemiyoruz. Dolayısıyla, ekonomiye duyulan güvenin artmasının daha fazla yatırım artışına yol açması için iki seçenek kalıyor. Birincisi, şirketler kesimi, daha fazla tahvil ihracına gidebilir. Bunun önünde bir engel yok. Ancak daha fazla tahvil ihracına gidilse bile, bunun yatırımlar üzerine önemli bir etkisi olacağını düşünmüyoruz. Asıl etki yurtdışı finansman olanaklarının artması yoluyla olacak. Yaptığımız ön kabuller ve Türkiye’nin kredi notunun yükseltildiği dikkate alındığında, yurtdışı finansman olanaklarının artmasını beklemek gerekir.” Gelişmiş ülkelerdeki çok düşük faiz oranları ve eski parasal genişleme programlarının üzerine yenilerinin de eklendiği dikkate alındığında, dış finansmanın daha çok kısa vadeli sermaye girişi şeklinde olmasının en makul ihtimal olarak belirdiğini ifade edildiği raporda, “Peki, kısa vadeli sermaye girişlerinin giderek artmasına ne ölçüde izin verilecek?” diye soruldu. Merkez Bankası açısından bakıldığında, bu tür sermaye girişlerinin yurtiçi kredi artışını kontrolden çıkarmaması ve liraya reel olarak değerlenme baskısı yapmamasının önemine dikkat çekilen raporda, “Liradaki reel değerlenme baskısını azaltmak için ise Merkez Bankası’nın şöyle bir politika bileşimi uygulaması mümkün: Politika faizini, enflasyon gelişmelerinin izin verdiği ölçüde indirmek. Faiz koridorunun alt sınırını düşürüp, bankaların ortalama fonlama maliyetinin aşağıya doğru dalgalanmasına izin vermek. Böylelikle kısa vadeli sermaye girişleri için faiz belirsizliği yaratmaya çalışmak. Rezerv opsiyon katsayısının otomatik dengeleyici katkısını kullanmak” ifadelerine yer verildi.
TEPAV Finans Enstitüsü tarafından 2 ayda bir yayınlanan “Ekonomide Durum” raporunda büyüme oranının yılın ilk üç çeyreğinde potansiyelin belirgin biçimde altında kaldığı, üçüncü çeyrekteki büyüme oranının, ilk yarıdakinden çok farklı olmasa da, büyük ihtimalle ilk dokuz ayın en düşüğü olduğu, işsizlik oranının da sürpriz yapmayarak yüzde 9 düzeyinde seyrettiği belirtildi. Raporda, özetle şu ifadelere yer verildi: “Şirketler kesiminin ekonomiye duyduğu güven ve yatırım yapma isteği 2012’ye kıyasla artacak.
Ancak, yurtiçi kredi artış oranına getirilen üst sınır nedeniyle, yurtiçi kredi arzının 2012’ye kıyasla özel yatırım harcamalarında anlamlı bir artış sağlamasını beklemiyoruz. Dolayısıyla, ekonomiye duyulan güvenin artmasının daha fazla yatırım artışına yol açması için iki seçenek kalıyor. Birincisi, şirketler kesimi, daha fazla tahvil ihracına gidebilir. Bunun önünde bir engel yok. Ancak daha fazla tahvil ihracına gidilse bile, bunun yatırımlar üzerine önemli bir etkisi olacağını düşünmüyoruz. Asıl etki yurtdışı finansman olanaklarının artması yoluyla olacak. Yaptığımız ön kabuller ve Türkiye’nin kredi notunun yükseltildiği dikkate alındığında, yurtdışı finansman olanaklarının artmasını beklemek gerekir.” Gelişmiş ülkelerdeki çok düşük faiz oranları ve eski parasal genişleme programlarının üzerine yenilerinin de eklendiği dikkate alındığında, dış finansmanın daha çok kısa vadeli sermaye girişi şeklinde olmasının en makul ihtimal olarak belirdiğini ifade edildiği raporda, “Peki, kısa vadeli sermaye girişlerinin giderek artmasına ne ölçüde izin verilecek?” diye soruldu. Merkez Bankası açısından bakıldığında, bu tür sermaye girişlerinin yurtiçi kredi artışını kontrolden çıkarmaması ve liraya reel olarak değerlenme baskısı yapmamasının önemine dikkat çekilen raporda, “Liradaki reel değerlenme baskısını azaltmak için ise Merkez Bankası’nın şöyle bir politika bileşimi uygulaması mümkün: Politika faizini, enflasyon gelişmelerinin izin verdiği ölçüde indirmek. Faiz koridorunun alt sınırını düşürüp, bankaların ortalama fonlama maliyetinin aşağıya doğru dalgalanmasına izin vermek. Böylelikle kısa vadeli sermaye girişleri için faiz belirsizliği yaratmaya çalışmak. Rezerv opsiyon katsayısının otomatik dengeleyici katkısını kullanmak” ifadelerine yer verildi.