25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü nedeniyle Gaziantep-Kilis Tabip Odası tarafından yapılan açıklamada, “25 Kasım 1960'ta diktatörlüğe karşı mücadele eden üç kadının (Mirabel Kardeşler) tecavüz edilerek vahşice öldürülmesinin ardından, 39 yıl sonra 1999'da 25 Kasım tarihi, Birleşmiş Milletler tarafından ‘Uluslararası Kadına Karşı Şiddete Hayır Günü' ilan edilmişti. Bu tarihin üzerinden geçen 56 yılda kadına karşı şiddetin azalmadan sürdüğüne şahit olmaktayız. Kadınlar hayatlarının her alanında şiddete maruz kalabiliyorlar. Evli/bekar olmak ya da eğitim bunu değiştirmiyor” denildi..
Kadınların yaş ve sosyo-ekonomik durum ayırt edilmeksizin, ayrıldıkları ya da evli oldukları kocaları, sevgilileri, ağabeyleri veya babalarının kendilerine tanınan cinsiyet rollerinin dışına çıktıkları için öldürüldüklerine vurgu yapılan açıklamada, “Adalet Bakanlığı verilerine göre; töre ve namus cinayetlerinin de aralarında bulunduğu değişik nedenlerle öldürülen kadın sayısı her yıl artıyor . Sanıkların ancak 3'te biri cezalandırıldı. Cezalandırılan faillerin hemen tamamı ise ‘'haksız tahrik'' indiriminden yararlanarak hafif cezalar aldılar. Mahkeme heyetinin, ceza verirken, "ölenin de bir şekilde kusurlu olduğuna kanaat getirip, öldüreni 'tahrik' ederek kendi ölümüne sebep olmaktan kusurlu bulması ve katillerin cezalarını indirmesi" şeklinde özetlenebilen haksız tahrik uygulaması, adalet sisteminin cinsiyetçi işlediğinin en açık kanıtıdır.Bu ve benzeri gerekçeleri indirim nedeni sayan mahkemelerin, cinayeti işleyen kişilerle aynı zihniyeti taşıdığı gerçeğini de gözler önüne sermektedir. "Kadının ölmeyi nasıl hak ettiğini" anlatmak üzerine kurulmuş bu eşitsiz, adaletsiz, cinsiyet körü sistem varlığını sürdürdüğü ve kadına yönelik ayrımcılığın sona ermesi için gereken önlemler alınmadığı sürece cinayetler de sürecektir” denildi.
.
Kadın cinayetlerinde en önemli faktör olan "namus algısının", kadınların bedenlerini ve emeklerini denetlemeye yönelik olduğu, görenek ve geleneklerle olduğu kadar, eğitim sisteminin cinsiyetçi yapısıyla ve "aile değerleri" adı altında tüm topluma ideolojik olarak benimsetildiği hatırlatılarak şu görüşlere yer verildi: “Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin, bir davada kadının bakire olmadığı gerekçesiyle evliliği geçersiz sayarken, ve bu karar da bakireliğe ilişkin doktor raporuna değil de kocanın beyanına itibar ederken, dile getirdiği gerçek, kadının, sahip olması gereken bu vasıftan yoksun bir meta olduğudur. Hukukun, kendisinin, cinayetlere gerekçe üretmesi son derece tehlikeli ve kabul edilemezdir. Kadınlara yönelik şiddetin münferit değil, sistematik olduğunun en açık delilidir.
Kadın ölümlerinin bir diğer sorumlusu ise ataerkil kapitalist sistemin patronlarıdır. Yüz binlerce kadın işçi sel, yangın, ağır iş koşullarında meslek hastalıkları, kanser, solunum yolu hastalıkları, eklem ve romatizmal hastalıklara yakalanma tehlikesiyle yüz yüze çalışıyor.
Kadın işçilerin ölümüyle bir anda açıkça görünür hale gelen insanlık dışı iş koşulları zaten ataerkil kapitalizmin uygulamalarıdır. Düşük maliyet ve daha fazla kar için iş gücünü ucuza çalıştırmakla yetinmeyerek, kreşten servise, yemekten yol yardımına kadar tüm hakları kırpan, gasp eden, iş sağlığı ve güvenliği için masrafa girmekten kaçınan patronlara SSGSS yasası da kolaylık sağlıyor. Kadınları ucuz işgücü haline getirmek için zaten kısıtlı olan kreş hakkı da gasp ediliyor.” Haber Merkezi
Kadınların yaş ve sosyo-ekonomik durum ayırt edilmeksizin, ayrıldıkları ya da evli oldukları kocaları, sevgilileri, ağabeyleri veya babalarının kendilerine tanınan cinsiyet rollerinin dışına çıktıkları için öldürüldüklerine vurgu yapılan açıklamada, “Adalet Bakanlığı verilerine göre; töre ve namus cinayetlerinin de aralarında bulunduğu değişik nedenlerle öldürülen kadın sayısı her yıl artıyor . Sanıkların ancak 3'te biri cezalandırıldı. Cezalandırılan faillerin hemen tamamı ise ‘'haksız tahrik'' indiriminden yararlanarak hafif cezalar aldılar. Mahkeme heyetinin, ceza verirken, "ölenin de bir şekilde kusurlu olduğuna kanaat getirip, öldüreni 'tahrik' ederek kendi ölümüne sebep olmaktan kusurlu bulması ve katillerin cezalarını indirmesi" şeklinde özetlenebilen haksız tahrik uygulaması, adalet sisteminin cinsiyetçi işlediğinin en açık kanıtıdır.Bu ve benzeri gerekçeleri indirim nedeni sayan mahkemelerin, cinayeti işleyen kişilerle aynı zihniyeti taşıdığı gerçeğini de gözler önüne sermektedir. "Kadının ölmeyi nasıl hak ettiğini" anlatmak üzerine kurulmuş bu eşitsiz, adaletsiz, cinsiyet körü sistem varlığını sürdürdüğü ve kadına yönelik ayrımcılığın sona ermesi için gereken önlemler alınmadığı sürece cinayetler de sürecektir” denildi.
.
Kadın cinayetlerinde en önemli faktör olan "namus algısının", kadınların bedenlerini ve emeklerini denetlemeye yönelik olduğu, görenek ve geleneklerle olduğu kadar, eğitim sisteminin cinsiyetçi yapısıyla ve "aile değerleri" adı altında tüm topluma ideolojik olarak benimsetildiği hatırlatılarak şu görüşlere yer verildi: “Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin, bir davada kadının bakire olmadığı gerekçesiyle evliliği geçersiz sayarken, ve bu karar da bakireliğe ilişkin doktor raporuna değil de kocanın beyanına itibar ederken, dile getirdiği gerçek, kadının, sahip olması gereken bu vasıftan yoksun bir meta olduğudur. Hukukun, kendisinin, cinayetlere gerekçe üretmesi son derece tehlikeli ve kabul edilemezdir. Kadınlara yönelik şiddetin münferit değil, sistematik olduğunun en açık delilidir.
Kadın ölümlerinin bir diğer sorumlusu ise ataerkil kapitalist sistemin patronlarıdır. Yüz binlerce kadın işçi sel, yangın, ağır iş koşullarında meslek hastalıkları, kanser, solunum yolu hastalıkları, eklem ve romatizmal hastalıklara yakalanma tehlikesiyle yüz yüze çalışıyor.
Kadın işçilerin ölümüyle bir anda açıkça görünür hale gelen insanlık dışı iş koşulları zaten ataerkil kapitalizmin uygulamalarıdır. Düşük maliyet ve daha fazla kar için iş gücünü ucuza çalıştırmakla yetinmeyerek, kreşten servise, yemekten yol yardımına kadar tüm hakları kırpan, gasp eden, iş sağlığı ve güvenliği için masrafa girmekten kaçınan patronlara SSGSS yasası da kolaylık sağlıyor. Kadınları ucuz işgücü haline getirmek için zaten kısıtlı olan kreş hakkı da gasp ediliyor.” Haber Merkezi