ANASAYFA arrow right Güncel

Ülkemizin her noktasında doğal yaşam tehdit altında

Ülkemizin her noktasında doğal yaşam tehdit altında
YAYINLAMA: 16 Nisan 2020 / 04.03
GÜNCELLEME: 16 Nisan 2020 / 04.03
kontrolsüz taş ocakları gibi faaliyetlerle ülkemizin her noktasında doğal yaşam tehdit altındadır” dedi.
TMMOB Jeoloji Mühendisleri Odası Şube Başkanı Ali Serindağ, Çevre Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, “Plansız hidroelektrik santralleri, bazı madencilik faaliyetleri ve yol inşaatları, çarpık turizm ve yapılaşma, kontrolsüz taş ocakları gibi faaliyetlerle ülkemizin her noktasında doğal yaşam tehdit altındadır” dedi.
Serindağ, “Kapitalizmin 2008 krizinin halen sürdüğü bir süreci yaşıyoruz. Krizin dünyada yaşanan ekolojik krizle iç içe sürmesi kapitalizmin yıkıcılığını daha da gözler önüne seriyor.. Eskiden olduğu gibi daha fazla tüketim yoluyla bu krizi çözmeye kalkmak; ekolojik krizi derinleştirmek, gıda ve su krizleriyle açlığı, kitlesel göçleri ve sosyal patlamaları tetikleyerek yeni ekonomik krizlere yol açmak anlamına gelecektir” diye konuştu.

Altın işletmeciliğinin yaygınlaşması, Ilısu barajında ısrar edilmesi, ovalarda, kentsel alanlarda kurulan çimento fabrikaları, Doğu Karadeniz'de en ufak derenin bile HES'ler uğruna ve kurutulmak pahasına satışa çıkarılması, tarım alanlarının sanayi ve yerleşimler için yok edilmesi, küresel ısınma nedeniyle göllerin ve akarsuların kuruması, yaklaşan su ve gıda krizi ve yanlış kentleşmesinin Türkiye'nin önemli ekolojik sorunları olmayı sürdürdüğünü dile getiren Ali Serindağ, “Doğaya zarar veren altın madenlerine karşı ekoloji mücadeleleri devam ediyor. Altın ve nikel madenlerine karşı eylemler ve davalar geçtiğimiz yıl ön plandaydı. Özellikle altın işletmelerinde Danıştay kararlarına rağmen hukukun arkasından dolanma çabaları sürüyor. TBMM üst komisyonundan geçen Maden Kanunu Tasarısıyla izinleri düzenleyen 7. maddedeki değişiklik: ne can çekişen madenciliğe bir çözüm getirebildi ne de doğa ve çevrenin tahribatını önlemeye çare oldu. Madenciliğin doğa ve çevreye zarar vermeden yapılabildiği formüller yasaya girmedi” açıklamasında bulundu.
Serindağ, “Avrupa'da ve Amerika'da rüzgar ve güneş enerjisi yatırımlarındaki son yıllardaki artış ve Türkiye'de bile yenilenebilir enerjinin elektrik üretimindeki payının yüzde 1 civarına yükselmesi, artık yenilenebilir enerjinin ve enerji verimliliğinin geleceğin ve bugünün hakim enerji politikası olacağının göstergeleri olarak kabul etmek gerekiyor. Ancak enerji politikalarında ekolojik yaklaşımın olduğunu söylemek güç. Suyun özelleştirilmesi ve büyük barajlar gibi konulardaki mücadeleler, Alternatif su forumu, su mahkemesi gibi etkinliklerle Türkiye‘de de bir su hareketini doğurdu. Ilısu ve Munzur‘da yapılmak istenen büyük barajlara karşı mücadeleler güçlenerek devam ediyor. Bu gerçeklikten yola çıkarak bilimsel ve toplumsal gerçeklikten uzak olan baraj ve HES projeleri acilen durdurulmalı ve şu ana kadar uygulanan su politikaları terk edilmelidir. Bunun yerine, ekolojik, katılımcı ve toplumsal ihtiyaç vb. kriterlerine dayalı yeni bir yaklaşımın tartışılıp geliştirilmesine yönelinmelidir” dedi.
Seridağ açıklamasında, “Özellikle Doğu Karadeniz’deki nehir tipi hidroelektrik santral projeleri için birbirinden bağımsız, birbirini etkilemiyormuş gibi proje bazında ÇED süreçleri işletiliyor, bütünü gözeten ‘‘ havzanın tamamına yönelik ÇED raporu‘‘nun gerekli olduğu gözden kaçırtılıyor. Topraklarımızın insanlık tarihi açısından en eski toplumsal yerleşim yerleri olduğunu göz önünde tutarsak; kültürel mirasın korunmasının ülkemiz, tüm dünya ve gelecek bütün insanlık tarihi ve kültürü için önemli olduğu kabul görmelidir. Bu çerçevede, önemli kültürel mirasın olduğu bölgelere kesinlikle baraj ve HES'ler yapılmamalı ve bu kültürel mirasla bölgesel kalkınmayı sağlayacak girişimler önemsenmelidir. Daha çok rüzgar, güneş, jeotermal ve biyoenerji gibi alternatif ve yenilenebilir-temiz enerji türlerinin geliştirilmesi politikası temel alınmalı, Var olan kaynakların daha randımanlı kullanımının sağlanması ve elektrik hatlarının onarımı yanında (kayıplar % 20-22 civarında), enerjiyi daha tasarruflu kullanmamıza da önem verilmelidir.
Kentleşme ve yapılaşma da uygulanan yanlış politikalar sonucunda çevre düzeni ve kentler insanların en temel hakkı olan yaşam hakkının ve güvencesinin olmadığı alanlara dönüşmektedir” diye konuştu.

Yorumlar
Yorumlar
* Bu içerik ile ilgili yorum yok, ilk yorumu siz yazın, tartışalım *