Boşanmalar çoğalıyor… İşsizlik yuvaları yıkıyor
Emel Serinkaya
Başını eline yaslamış banka yan dönük oturuyordu. Sanki hayata küsmüş, sırtını çevirmiş gibiydi.
Niçin buradasın, derdin ne, diye sorduğumda, her şeyden sıyrılmışçasına yüzünü bana çevirdi “Hiç” dedi. Ama derin bir iç çekişten sonra. O soğuk yüzlü mahkeme koridorlarında her gün yaşanan dramlardan birisi daha yaşanmak üzereydi. Bir ev daha yıkılacak birkaç çocuk daha ya anasız ya da babasız kalacaktı. Ana, toplumda dul imajıyla karşı karşıya savaşırken, çocuklar her zaman içlerinde hissedecekleri eziklikle, belki de bir suç kaynağı teşkil edeceklerdi.
İstanbul'da 4 bin, İzmir'de 3 bin, Ankara’da 2 bin, Hakkari'de ise günde 8 kişi boşanmak için dava açıyor. Gaziantep'te ise hemen her gün boşanma davası olmayan asliye hukuk salonu yok. Davayı açanın 5'i erkekse 9'u kadın. Bugüne kadar izlediğim, karşılaştığım boşanma davalarının temelini ekonomik nedenler oluşturuyor. Ayrılmaya neden teşkil eden en önemli etken de bu. İkinci etken ise gizli kalmasına rağmen, cinsellik. Dayak ve alkol de ayrılmak için bir neden. Genellikle bayanlar açıyor davayı. Çoğu bir yıllık, 8 aylık, bir aylık 1,5 yıllık evliler. Yaşları ise 15'ten başlayıp 25'e kadar varıyor.
-Neden ayrılıyorsunuz? “Kocamın işi yok, beni besleyemiyor.”
-Neden ayrılıyorsunuz? “Kaynanamla oturuyoruz, ayrı ev tutma imkanımız yok. Kocamla anlaşamıyoruz.”
-Neden ayrılıyorsunuz? “Kocam işçi, şimdi işi yok işsiz.”
-Neden ayrılıyorsunuz? “Benim işim gücüm yok diye karım benden ayrılmak istiyor.”
Ayrılmak isteyenlerin hemen hepsi görücü usulüyle evlenmişler. Her gün o banklarda birkaçı oturuyor. Evlenirken yepyeni umutlarla, boşanmayı akıllarına getirmeyen insanlar. O banklarda otururken gözlerini dikmiş oldukları noktada umutların yerini kara yazgının aldığını görüyorlar belki de. Bir çıkış bulamamanın verdiği acıyla. Belki anlaşırlar diye hakimin birkaç celse ileri bir tarih vermesi de işe yaramıyor bazen.
Bir bayan “Ya bu mahkeme beni bitirir, ya da ben bu mahkemeyi” diyor. Çoğu, anası babası etkisi altında. Onların iradeleri veriyor kararları. Bazen birbirlerine bakıyorlar. “Biz isteriz” dercesine. Ama bir kere bağlamış ana babanın vesayeti. Daha çok erkekler için söz konusu bu. Evlenirken anası babası tüm yükü omuzlamış. Bu yük altından kalkıpta, “Ben eşimi isterim” diyemiyor. Gelinler “Hep kaynanamın yüzünden. Hep kaynanam beni istemiyor” diyorlar. Kocaysa çaresiz.
Daha çok maddi gücü olmayan, kenar semt insanları, mahkeme koridorunu dolduranlar. Annesinin eteğine yapışmış çocuklar, kucağında, karnında bebeği olanlar...
Boşanma nedenleri arasında, diğer saydığım nedenler yanı sıra, kadınlar hep dayaktan, alkol ve kumardan bıkmışlar. Dayak atan kendi güçsüzlüğünü, başarısızlığını ve hayata karşı kinini, karısını döverek çıkarıyor. Neyi kanıtlıyor ki?
Kanıtlanan tek şey geçimsizlik nedenleriyle açılan davalarda eline tutuşturulan boşanma dilekçesi. Fakat dulluk bir erkeği bir kadın kadar etkilemiyor. Toplum benimsemiş erkeğin dulu mu olur demeyi. Peki kadını bağlayan ne? Toplumun tabuları mı? Değer yargıları mı? Toplumun kadına hazırladığı yazgı, genel olarak evliliktir. Bugün de kadınların çoğu evlidir. Evlenip ayrılmış, ya da dul kalmıştır. Evlenmeye hazırlanmakta, ya da evlenemediği için üzülmektedir. Evlilik genç kız için tek geçim yolu, varlığını kanıtlayan tek kurumdur. Topluma katılmanın tek yoludur “evde kaldıkları zaman” toplumsal açıdan tam anlamıyla fire sayılırlar. Anaların kızlarını çabucak evlendirmek istemeleri bundandır. Evlenecek genç kız, ana babası tarafından evlendirilmekte, berilerine verilmektedir. Oğlanlarsa kendilerine bir kadın almaktadırlar. Evlilik onlar için özgürcedir. Evlilik onların gözünde genç kızınki gibi yazgı değil, bir yaşam biçimidir. Erkek ekonomik bağımsızlığı elinde tuttuğu ve törelerin verdiği erkeğe özgü ayrıcalıklara sahip bulunduğu sürece, çoğu kez zorba gibi gözükmesi son derece doğaldır. Kadın içinde bulunduğu sosyal şartları değiştirmez ise mahkeme koridorların da yaşanan olaylar kaçınılmazdır.