Şerefinize iki pare top atışı
Azov kenti, Rostov’a çok yakın. Azov, aynı zamanda Don nehrinin Karadeniz’e döküldüğü yer. Çeşitli seyir teraslarından Don nehrini ve üzerindeki gemileri görebiliyorsunuz. Don, uzaktan bakınca mavi olmasına rağmen, yakınına gelince bulanık bir yeşil renge sahip. Belli ki çok kirleniyor. O kadar kirliliğe rağmen, amatörler balık ve kerevit avlıyorlar. Restoranlarda da Don nehrinin balık ve kerevitleri satılıyor. Ben de merakımdan Don nehrinin balık ve kerevitini aslanlar gibi yedim!
Kaan Bey bizi Azov kentinin müzesine götürdü. Dışından pek mütevazi bir bina, üzerinde de reklamını yapacak filan bir tabela yoktu. Birkaç müzeye gittik. Buralarda hep yaşlı kadınlar çalışıyor. Bilet kesen de. müzenin salonlarında emniyet amaçlı oturanlar da hep yaşlı kadınlar. Müzelerde çalışan rehberler ise genç. İngilizce bilip bilmediklerini sormak aklıma gelmedi.
Müze, Azov’un, Rosrov’un müthiş bir coğrafyada bulunması nedeniyle çok zengin. İlk kez, bu kadar çok dinazor, mamut gibi devasa hayvanların iskeletlerini birarada gördüm diyebilirim. Dinazor ve mamutların büyüklüklerini şöyle anlatabilirim: Bacakları benim boyumun iki misli gibi... Hatta, “İyi ki benim doğduğum devirde bunlar yoktu” deyip, memnun oldum! Aynı bölümde yörede yaşayan kuş çeşitleri, domuz, kurt, tavşan, geyik gibi hayvanlar da doldurulmuş olarak sergileniyordu. Cömert ve zengin doğanın Azov müzesine taşındığına çok menun oldum, benim de o çeşitliliği görme imkanım olduğu için kendimi şanslı hissettim. Müzenin doldurulmuş hayvanların sergilendiği bölümünde kuş yumurtaları da vardı. Boyu, 1,5 santim olan yumurtalar pek şirindi. Müze de bilgi veren çeşitli levhalar vardı, hepsi Rusça idi, o nedenle de gördüğüm objeler hakkında bilgi edinme, daha fazla öğrenme şansım olmadı. Broşür diye, birkaç sayfalık basılı evrak var o kadar... O da yine sadece Rus dilinde basılmıştı.
Müzedeki demirden yapılmış merdivene hayran oldum. İşçilik o kadar zarifti ki, dakikalarca onu seyretmekten kendimi alamadım. İkinci katta mobilya ve sosyal yaşamı ilgilendiren objeler sergileniyordu. Eski büfeleri görmek beni çocukluğuma götürdü. Hafızamı, “Bu büfe hangi ahbabımızın evindeki yemek odasında vardı?” diye zorladım, ama bulamadım!
Veeee... Rus kültürünün en önemli parçası semaveri görünce orada bayağı durdum. Anladığım kadarı ile Ruslar, semaveri eskiden ona özgü yapılmış bir masa ile kullanıyorlardı. Müzede iki ayrı çeşit semaver masası sergileniyordu. Semaver, “samover” olarak yazılıyor ve Rusça bir kelime. Kaan Bey’de söyledi, Çay kitabında da rastladım, “samo” kendi anlamına gelirken, “varit” kaynatmak demekmiş. Semaver, kendi kendine kaynayan anlamına geliyormuş. Semaver pirinç, demir, bakır, sac gibi basit metallerden yapılabildiği gibi, gümüş, altın gibi kıymetli metallerden de yapılabilirmiş. Çay, Rusya’da sosyal amaçlı yapılan toplantıların bir numaralı içeceği imiş. Rusça’da “semaverle oturmak” deyimi, semaverin etrafında oturup, samimi şekilde sohbet etmek demekmiş. Yaptığım çok yüzeysel araştırmada, semaverin veya çaydanlığın üzerine oturtulan bir demlikte, semaverden çıkan buharla çay yapraklarını demlemek bize Ruslar’dan geçen bir gelenek olduğunu gördüm. Rus ölçüsüne göre, bardağa konulan çay deminin üzerine on misli sıcak su ilave ediliyormuş. Herhalde bizim geleneğimizde de ölçü buna yakın.
Rusya’ya sırf çay içmek için gitmeyi değer bence! Çoğu restoranda, porselen bir çaydanlıkta, çayı yanınıza getirip demliyorlar. Alttan onu sıcak tutacak bir mum yanıyor. Çaydanlık küçük olduğu için, siz içtikçe getirip sıcak su ilave ediliyor. Kullandıkları çay çeşidi de çok güzel. Bu arada, çay Çince bir kelime, Ruslar da çay diyorlar. İngilizceye ise, ç harfinin Latincede “tch” yazılması nedeniyle “tea”, “ti” olarak geçmiş. Ünlü kompozitör Tchaikovsky (Çaykovski)’nin ismi de hatırlarsanız Tch ile yazılıyor.
Rostov civarında Don nehri üzerinde şahane bir restoran kompleksi var. Kompleksin içerisinde kimisi bina, kimisi teras, kimisi ise gemi şeklinde olan çeşitli restoranlar bulunuyor. Buranın ismi Petroyovski Piriçon’du. -İsmi korka korka yazdım, zira Ruşça okuyamadığım için, Kaan Bey’e sorup not aldım. Restoranlarda yerel yemek mönüsü yok! Daha çok Fransız mutfağı ağırlıklı. Mönüde okuyamadığınız “şaşlık” kelimesi ise mangalda pişirme yöntemi anlamına geliyor. Meriç Hanım, şaşlık söyledi ve gelen epey büyük pirzola etle epey uğraştı! Oldukça lüks bir restoran olmasına rağmen et bıçağı yerine, basit kötü bir bıçak vardı. Etleri kesmekte çok zorlandık. En büyük ıstırabı ise, etinin kemikli olması nedeniyle Meriç Hanım çekti!
Narzan’la tanışıp pek sevdim onu... Rusya’da satılan oldukça popüler doğal soda Narzan. Cam şişede satılıyor, çeşitli boyları mevcut. Gayet lezzetli, ama sodyumu yüksek bir maden suyu Narzan.
Petroyovski’de ekmekler şahaneydi. Çok değişik çeşitleri vardı ve lezzetliydi. Deniz mahsüllerinden kalamar, salyangoz, kerevit, midye ve diğer kabuklular çok hoşuma gitti, severek yedim. Ruslar, ne içerlerse içsinler yanında mutlaka votka da içiyorlar. Diyelim, şarap içiyorlar. Şarabın yanısıra, likör kadehi gibi bir ufak bardakta mutlaka votka var, arada ondan da içiyorlar! Anlayacağınız Ruslar alkollü içecekleri pek seviyorlar. Nitekim, Kaan Bey onlara bir litrelik pet şişede bira satıyor. Yani, birayı bile litrelik şişede içiyorlar. Çok içtiklerinden mi bilinmez, pek de neşeliler... Sürekli dans edip, hareketli yaşıyorlar.
Tam yemeğin ortasında Kaan Bey uyarıyor, “Birazdan büyük gürültüyle top patlayabilir” diye. Meğer, ücretini öderseniz, sizin şerefinize bir-iki pare top atışı yapılıyormuş. Topu patlatmadan önce bir zil çalıyor, top daha sonra patlıyor. İnsana komik geliyor ama, Petroyovski’nin de özelliği de bu işte. Zil çalıp uyarmasa, siz meydana gelen gürültüden panikleyip korkabilirsiniz.
Yemekten sonra Kaan Bey çay ısmarladı. Cam bir çaydanlıkta masamıza getirilen çay, içerisine sıcak su konularak demlendi. Biz içtikçe de sıcak su yenilenerek servise devam edildi. Cam çaydanlığın içerisine fazla miktarda çay yaprakları konulduğu için, sıcak su eklendiğinde çayın kalitesi pek değişmedi.
Çayın yanında çay şekeri de getirmişlerdi, işte ben ona bayıldım. Şeker pancarından yapılmış ve benim “ham şeker” olarak nitelediğim çay şekeri hem lezzetli, hem de kaliteliydi. Ruslar da aynı bizim gibi “kırtlama” yani, şekerin bir parçasını ağızlarına yerleştirerek içiyorlar çaylarını. Şeker, fazla işlenmediği için sert, ama küçük parçalara ayrılabiliyor ve ağzınıza yerleştirince hemen erimiyor.
Aman Allahım! Ülkemdeki şeker bile değişmiş, ancak Rusya’da gerçek şekeri görünce fark ettim bunu... Bizim kesme şekerimiz ne kadar kötü... Toz şekerden yapılıyor zaten. Kahverengi şeker ismi altında satılan şeker de olması gerektiği gibi şeker kamışından değil... Beyaz şekeri bir şekilde kahverengiye boyayarak elde edilen bir ürün!