Medeni Aziz Bey,

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00


Aslında Medeni Aziz Bey’in adı Medeni değildir. Medine’de doğduğu için kendisine Medeni lakabı takılmıştır. Hani Nasib’in Mehmet Efendi gibi. Asıl adı Mehmet’tir, Nasib’in erkek kardeşi olduğu için Nasibin Mehmet denilmiştir. Muhterem bir insan olan Aziz Bey’in İstanbul’da bestekar olarak vermiş olduğu Türk Sanat Musikisi eserleri, bugün hala beğenilmektedir. Bir çok radyolarda onun eserleri ses sanatçıları tarafından okunmaktadır. Bazı eserlerini ben de çok severim. Kendisi neden Medineli değil de Medeni olarak anılır bilmemekle beraber, vermiş olduğu eserleri dinlerken, kendisinin ne kadar Medeni olduğunu anlamak mümkündür.
Aziz Efendi 1842 yılında dünyaya gelir, hem de Medine’de. Yani benden 100 sene evvel bu garip dünyaya gözlerini açmış olduğunu biliyoruz. Aziz Efendi babasının vazifesi dolayısiyle önce Edirne’ye, daha sonra Istanbul’a göç eder, bu nedenle Medeni olduğu muhakkak. Çünkü Atatürk’ün de işaret ettiği gibi batı medeniyetinin kapısı olabilecek Istanbul’a gelir. Medineli bir insan için İstanbul, mahalle baskısından kurtulma adına bir Batı medeniyeti şehridir. Hoş bugün gelin de görün Istanbul’u, yaşanması zor bir şehir haline getirdik . Ben bile bu şehirde dolaşırken üzülüyorum.
Geçen günlerde bir Alış Veriş Merkezi yapılırken ortaya çıkan Bizans dönemine ait bir lahitin üstü örtülüp, beton dökülmesi olayı son anda önlenmesi, toplum kadar benim de çok dikkatimi çekti. Hani duyarlı insanlar olmasa, AVM inşaatı gecikmesin diye, bu çok kıymetli tarihi hazine, beton altında kalacak, kimsenin haberi olmayacaktı. Aksaray’da Bizans Saray kalıntılarının üzerine otel inşaatı yapılması gibi bir şey. Yine benzer bir durumda Macaristan’da bir inşaatın temel kazısında Cengiz Han’ın mezarına benzer bir Lahitin bulunması ile inşaat durmuş, etrafı açılmış ve arkeologlar çağırılıp inceleme yapmaları istenmiştir.
Bakar mısınız Şaman kökenli bir Avrupa ülkesi, asırlarca zulüm gördükleri Avrupa’da, horlandıkları bir konuda bir ufak bulguya eriştiklerinde buna sımsıkı sarılmaktalar. Yıllar boyunca Macar halkı ŞAMAN oldukları için Avrupa halkından zulüm görmüş, her ne kadar Şaman olmalarını kalplerine gömseler de, ona sahip çıkmalarına çok saygı duymaktayım. Biz ise Macarlar’ın gösterdikleri direnci göstermeye çok çalışmamış, başaramamış, daha sonra lanet olsun bu Araplara diyerek Şaman olmayı bırakıp din değiştirmişiz. Şaman olan Türk toplumu Araplar’ın baskısı ile müslümanlığı kabul etmiş ve bu uğurda binlerce can vermiştir.
Aslında bizim anladığımız müslümanlıkla, Arapların, dolaylı olarak Arap olmayan toplumlara dayatmaya çalıştıkları müslümanlık arasında fark olduğunu kabul etmemiz gerekir. Araplar Kuran’ın tercüme edilip bütün halk tarafından özümlenmesini istememekte. Hatta bunu bizim ülkemizde her türlü vasıtayı kullanarak yapmalarını izlemek, Medeni insanları derinden yaralamaktadır.
Adının önüne ünvan koyarak ekrandan topluma hitap eden insanlar, dinin hassas taraflarından cahil halka öyle anlatmaktalar ki, insanın dinlerken kanı çekilmekte. Anlattığı olaylarda sanki aynı yerde görgü şahidi imiş gibi aktarmasını dinleyen saf yurdum insanı, hayranlıkla izlemekte: ‘’ Peygamber efendimiz kapıyı açarak gelen bedeviye, ‘’Hoş geldin allahın kulu‘’ dedi. ‘’ Buyur bir kenara iliş, sana içecek bir şeyler vereyim’’ diye hitap etti. ‘’ Bunu vatandaşa görgü şahidi olarak anlatması, vatandaşın en alt seviyeden aldatılmasını görmekteyiz. Yurdum insanının en üst seviyeden de başka türlü aldatılmakta olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Hani utanmasalar, 1400’lü senelerde Hıristiyan aleminde kilisenin yaptığı gibi, mütedeyyin halkıma cennetin anahtarını bile satmaya kalkacaklar.
Biz Şaman kökenli insanlar olarak, baskı altında kabul ettiğimiz müslüman dini, ‘Arapçayı kimse anlamasın biz yorumlayalım’ diyen ulema takımının, halka ‘bize tabi olun’ mantığı ile dayattırılan yaşamın, doğru temellere oturtulması gerekir. Bu nedenle din konusunun ticani kılıklı meczupların kontrol ettiği bir kavramdan, bilimsel anlatılan bir olguya dönüşmesi en doğru iştir.
Medeni Aziz Efendi, Edirne ve Istanbul’da kaldığı süre zarfında yüzlerce beste yapmıştır. Latif Ağa’nın da talebesi olan Aziz Efendi, hocası gibi dergahta çile çekmediği için Efendi lakabında kalmış Dede ünvanını alamamıştır. Aziz efendi hangi dergaha gittiği tam olarak bilinmesede Tophane dergahına devam ettiği söylenir. Enderundaki yaşamı döneminde Latif Ağa gibi cariyelerden Safa Hatun’a gönlünü kaptırmışsa da, bu aşk onu Enderun2dan uzaklaşmasına neden olmuştur.
Usul Aksak Semai, Makam Hüzzam Beste Medeni Aziz Efendi,
Kerem Eyle Mestane Kıl Bir nigah Şarab İç Süzülsün O çeşm-i Siyah Bu Bezm-i Safa dır gel ey Ru-yi Mah Şarab İç Süzülsün O Çeşm-i Siyah

https://www.youtube.com/watch?v=Wn_m2lVVaMQ

Medeni Aziz Bey,