Siyasetin Meslek Yönü ve Millet/vekilliği…
Siyasetin ülkemizde meslek olarak algılanmaya başladığını geçen yazılarımdan birinde yazmıştım. Doğru-yanlış… Bu herkes için bir algılama farklılığı elbet…
Sonuçta bugün gelinen noktaya bakıldığında siyasetçinin kendisine bir rol biçme durumu ile karşı-karşıya kaldığı… Bunu da zaman-zaman mesleksel yönden ağırlık kazanan bir kimlikle yürüttüğü gerçeği…
Siyasetin tercihleri arasında ulaşılan son noktası olan milletvekilliği görevinde “vekil” olarak “müvekkil”inin (vekâlet verenin) istekleri/arzuları doğrultusunda davranmak durumundayken “ vekilin kendi başına buyruk” davranması demokrasimizin bu konudaki en zayıf halkası olarak gözüküyor.
Vekil; -aklı ermediğinden değil- “ Anayasa değişikliğini millete/müvekkile soralım” diyor; ama kendisinin özlük hakları gündeme geldiğindeise bunu aleni olarak gündeme getirmemesi ayrı bir düşündürücü konu… Örneğin, milletvekili maaşlarına yapılacak her zam hiç tartışılmadan, duyulmaması için de gece oturumlarının en sonuna, en geç saate bırakılıyor olması halk arasında eleştirilen bir konu oldu bugüne değin. Oysa, vekilin aslolan davranışı, müvekkilinin isteklerine/arzularına göre davranması, onun yararını gözetmesi gerekirken ona hiç sormadan sadece bugün için değil, gelecek için de karar alıp kendine güvence sağlaması var olan geleneklere ters düşen bir anlayış ve davranış olarak gözüküyor. Böyle bir düşüncenin ürünü olarak da; hem bugün için, hem de yarınlar için kendisine güvenceler sağlama kapılarını açan vekillik kimliği bir meslek olmaya dönüşüyor görüntüsü veriyor.
Ooh, ne güzel… Bol keseden maaş… Dokunulmazlık bir yanda… İtibar/saygınlık bir yanda… “Yaşa Mahmut , yaşa!..” diyen halkın haklılık yönü yok mu dersiniz?
Tabii ki bu, vekaleti verirken düşünülmesi gereken bir konu… Dahası, vekilliğin kendine yönelik haklar/çıkarlar söz konusu olduğunda önünün açık olmasından kaynaklanan bir durum bu… Yoksa, bu kapının kapanması, parasal kimi kuralların/engellerin konulması durumunda vekilliğin pek bu kadar cazip olacağını düşünen olur mu bilinmez. O zaman vekillik bir meslek olarak ortaya çıkmaz; fedakarlık isteyen, daha çok ülke ve ulus sevgisiyle sarılan/kabullenilen bir farklı kutsallık kazanır olmaz mı?
Derdimiz, vekil kimliğinin parasal hakları gündeme geldiğinde ve bu hakları elde etmedeki yöntem halk diliyle “kendin pişir, kendin ye…” anlayış ve uygulamasına itiraz ise, o zaman sorunun çıkış noktası ne olacak?
Öyle ya da böyle, kamuoyunun diline düşüp vekillik sıfatını yıpratan bir uygulamaya “Biz bize benzeriz” anlayışıyla çözüm aranırsa elbette pek çok kapı aralanabilir bu konuda… Ancak, her seferinde sırıtacak olan da bugünkü manzara olur.
Vekillerin üstlendikleri kutsal görevi ve kişiliklerinden doğan kimliklerini son derece önemsiyoruz. Bu, bizim onlara layık görüp verdiğimiz kutsal görevden öte; insani açıdan da duyduğumuz saygının ifadesidir. Ancak, yurttaşlar kamu hizmetinde belli bir yaşa değin çalışırken vekillerin bu göreve “ilâ nihaye” istedikleri süre talip olup yapabilir olmaları çelişki değil de nedir? Vekillik böylece bir mesleğe dönüşüyor görüntüsü vermiyor mu?
Bu noktaya gelmişken yeni dönemde görev üstlenecek vekilleri -tabii ki millet gözüyle bakıldığında- çok önemli görevleri yanında, kendilerinin parasal ve sosyal haklarına yönelik, yakınmaları/şikayetleri ortadan kaldıracak uygulamaları gözden geçirmeleri onlara çok farklı saygınlık kazandıracak.
Çünkü, siyaset bir meslek değil, ülkeye ve ulusa gönüllülük anlayışıyla yapılan bir fedakarlıktır bize göre… Böyle olmalıdır da…