Sanatçı olmanın sorumluluğu…

YAYINLAMA: 09 Ağustos 2015 / 20.00 | GÜNCELLEME: 09 Ağustos 2015 / 20.00

      Mizahın kendi içindeki bütünlüğü önce kişisel kimlikle başlar. Nice ustalar vardır ki, kendi yaşam tarzları/inançları uğruna hiçbir saplantıya kapılmadan düz bir çizgide yaşamlarını tamamladılar. Başka bir ifadeyle, yaşam kavgası uğruna kendi inançlarını satmadılar, çizgilerinden kopmadılar, sapmadılar.

      Bu tutum, kendilerine güvenme/inanma, iç güvenme yanında bir vefalılıktı, içinde yaşadığı topluma karşı…  Elbette ki,  karşı-karşıya gelip farklı görüşleri savunan mizahçılar olmuştur ve  olacaktır da…  Yaşam inançlarla dolu olarak yaşanır, çünkü…

                                                                            ***

      Yaşam, inançlarla dolu olarak sürdürülür ama, zaman-zaman inançlarından dönenlerin, çark edenlerin arkalarında bıraktığı izler de böylelerinin  silik kişiliklerinin okunamayan yaşam öyküsü olur.

      Ama sanatçının durumu öyle değil…

      Mizah sanatında yaşamını güzelleştirip anlamlaştıran, şekillendiren nice ustanın yaşamlarına  bir bakınız. Nerede ve ne zaman tutarsızlıkla karşılaşırsınız?

       Kendi iç dünyalarıyla barışıktır onlar…  Üstlendikleri  zorlu mizah görevini başarılı şekilde topluma  yansıtmada/sunmada az mı eziyete, ezaya/cefaya  katlandılar bir bilseniz…   Karşı duruş sergiledikleri onca  yaşam olumsuzluklarına;  kuşkusuz içinde yaşadıkları toplumun mutluluğu/refahı için katlanmadılar.  Onlar bu çabayı  bir erdem yakalama kadar,  mizah aşkı adına yaşadılar. Arkalarında da övgülerle anılacak bir yaşam öyküsü bırakarak gittiler aramızdan.

       Cemal Nadir Güler, Turhan Selçuk, Semih Balcıoğlu, Nehar Tüblek, Altan Erbulak, Oğuz Aral, Ali Ulvi, Ferruh Doğan,  Oğuz Turan,  Tekin Aral, Necmi Rıza Ayca, Erdoğan Bozok, Yalçın Çetin, Şadi Dinççağ,  Mıstık,  Eflatun Nuri Erkoç, Güngör Kabakçıoğlu,  Bedri Koraman, Burhan Solukçu, Mustafa Uykusuz  ve niceleri…

       Bir de Ratip Tahir Burak, Halim Büyükbulut var ki…  Kısaca nasıl anlatılır, bilemiyorum.

       Ülkeye demokrasinin gelip yerleşmesi konusunda çizerlerin/karikatüristlerin bir yandan öğreticilik, bir yandan da demokrasi savunuculuğuna soyunduklarını kim inkâr edebilir ki? Ratip Tahir Burak olsun, Halim Büyükbulut olsun demokrasinin yeni-yeni kök salmaya başladı dönemde “kelle koltukta” demokrasi ve insan hakları savunuculuğu için çizip mesaj verdiler. Görev yapıp huzur duydular ama ne yazık ki,  bu demokrasi şövalyeliğinin/savunuculuğunun bedelini hapishanelerde ödediler. Onlar demokrasimizin yerleşip gelişmesi/olgunlaşması, dahası insanımızın çağdaş demokrasi nimetlerinden yararlanması, insanımızın yüzünün gülmesi uğruna katlandılar mesleklerinin zorluklarına...  Ve siyasal iktidarın zorluklarına/zorbalıklarına bu aşkla göğüs gerdiler…

      Ve nice çizer sanatçı da demokrasi ışığının tüm ülkeye daha çok aydınlık saçması uğruna mahkeme kapılarında  gün saydı, hapishane kapılarından döndü…

                                                                           ***  

       Sanatçı, yaşamın olumsuz anaforlarından kendini korumasını bilen; buna karşın bilgi birikimiyle içinde yaşadığı topluma kendini adayan farklı ve de ayrıcalıklı kişiliktir.

 

Sanatçı olmanın sorumluluğu…