Bu akıllarla ve vahlanmanın anlamsızlığı…

YAYINLAMA: 03 Aralık 2015 / 18.00 | GÜNCELLEME: 03 Aralık 2015 / 18.00

Dün KTÜ’nün eğitime başlayış yıldönümüydü. Önceki gün de TRT Trabzon Radyosu’nun…

KTÜ’nün kuruluş yasası 20 Mayıs 1955’te çıktı, 2 Aralık 1963’te eğitim-öğretime başladı.  TRT Trabzon Radyosu  ise 1Aralık 1968’de kuruldu.

O günlere dönüp baktığımızda kente/insanımıza kazandırılan/getirilen her kurumun/hizmetin bir büyük heyecan yarattığını görüyoruz. Radyonun kuruluşu için o zamanlar başını açıp yollara düşen Trabzon sevdalısı Av. Ali Kemal Yılmaz ve arkadaşlarının bu konudaki uğraşlarını bilemeyenler bugün bunu önemsemeyebilirler. Ama bu kuruluş için Trabzon ve Samsun’un radyo istasyonu için her alanda kıyasıya  yarıştığını/çekiştiğini bir bilseler.

KTÜ’de öyle…  Kuruluş yasası çıktığında ülkemizde İstanbul ve Ankara’da  üniversite vardı.  Karadenizli, Doğulu gençler okumak için bu iki il’e gidiyor, yokluklar içinde öğrenimlerini sürdürüyorlardı.

Şimdi KTÜ, gençlerin öğrenimlerini sürdürmek için bir büyük ve de önemli bir odak noktası oldu. Trabzon’un ekonomisine her gün, her saat önemli katkılar veriyor. Kültürel, bilimsel ve sanatsal etkinlikleri tabii ki ayrı bir önemli konu…

TRT Trabzon Radyosu habercilik görevini başarılı bir şekilde yapıyor. Sanatsal/kültürel, tarım, eğitim, sağlık vb. konularda yaptığı programlarla da “aydınlatma görevi”ni yerine getiriyor.

                                                   ***

1950, 1960’lı yıllarda ülkeye yeni kurumlar getirilirken istihdam adına, “ekmek kapısı” olur heyecanı yaşandı hep… DP’nin 1950-1960 iktidarı döneminde Türkiye’nin pek çok iline şeker , çimento,  bez/kumaş dokuma, çay, demir/çelik vb. fabrikalar kuruldu. Hepsi de verimli oldu, ülke ekonomisine olumlu katkılar verdiler.   Bu gelişmeden hemen tüm iller nasibini aldı. Kastamonu, Gaziantep, Adana, Kayseri, Samsun, Kocaeli, Burdur, Isparta, Konya, Afyon, Çorum, Erzurum, Amasya, Sivas ve daha nice ilimiz…  Belirttiğim gibi o dönemde açılan “kalkınma şemsiyesi” tüm illeri kapsasın heyecanı yaşandı.

1960’lı yılların başlarında Trabzonlular da çimento fabrikası kurulması için çok çaba gösterdiler. Biz gazeteciler de o tarihte kentte kurulacak çimento fabrikası için kalem/mürekkep tükettik. Limanın hemen kenarında kurulacak, kolayca ihtiyaç alanlarına ulaştırılacak, hatta ihraç edilirdi hayalimiz. Usumuza/aklımıza fabrikanın yaratacağı çevre kirliliği hiç gelmedi. Fabrika kurulup faaliyete geçtiğinin haftasında kentte çimento tozunun yarattığı sağlık tehlikesi dillerde dolaşmaya, gazetelerde haber olmaya başladı.

Aklın başa sonradan gelmesi…” işte buna denirmiş…

Oysa o dönemde Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuş, böylesi sanayi ve diğer kuruluşlar için ülke ekonomisinin gelişimine göre kararı onlar veriyordu. Trabzon’un göbeğine çimento fabrikasının kurulmasına nasıl karar verdi, derseniz, ona da  “-Siyasetçinin hüneri…” derim.

Bu tutum, bu anlayış ülkemizin kangren olan bir yarası olarak hala sürüyor. Ülke genelinde ekonomik dengelerin sağlanması endişesi yerine  “boş vermişlik” anlayışı egemen olunca görünen manzara ortada… Görünmeyen sorunlar da kapıda bekliyor.

Her şey, ama her şey bizim eserimiz. Bizim kafa ürünümüz… Ülkede üniversite sayısı artıyor, doğal olarak öğrenci sayısı da, öğretim görevlileri de… Ama nasıl bir artış?

Bilim adına bir ucuzlama mı var diye düşünüyorum. Bakıyorum her köşeden seslenen Prof’lar  ülke ahvali, ekonomisi, sanayi. eğitimi, asayişi, ticareti, finansı vb. konular  üzerine  ha bire ahkam üzerine ahkam kesiyor. Hiçbirinin yaşanan hızlı iç göçmenlik olayına dikkat çeken bir çağrısı yok.

 Köylerin boşaldığı kimsenin umurunda değil. Anayasa ile yatıp-kalkıp  “-Başkanlık da başkanlık!” diye erken ötenler var.  Sosyal bunalımı silahla çözmek isteyen de… Ve de dışkılı kahvaltı düşünen de…

-Vah benim ülkem, vah!

 

 

 

 

 

 

Bu akıllarla ve vahlanmanın anlamsızlığı…