Hazineniz nerede?
Bir kral her gece kılık değiştirerek şehirde dolaşırmış. Halkının nasıl yaşadığını, ülkede işlerin nasıl gittiğini yerinde görürmüş. Fakat bu tebdil-i kıyafet gezmelerinde bir delikanlı onun hep dikkatini çekiyormuş.
Yakışıklı, tığ gibi delikanlı olan bu şahıs her gece sokağın kenarındaki ağacın altında duruyormuş. Kral her gün aynı kişiyi aynı ağacın altında dururken görüyormuş. Sonunda dayanamamış. Atını durdurup delikanlıya sormuş. “Neden sen de herkes gibi gidip uyumuyorsun?”
Adam “İnsanlar uyur. Çünkü koruyacak hiçbir şeyleri yoktur. Fakat benim öyle hazinelerim var ki onları korumam lazım. Onun için uyumuyorum” demiş.
Kral “Tuhaf bir şey. Ben burada korunacak bir hazine göremiyorum” demiş. Delikanlı “Efendim, o hazineler benim içimde. Onları göremezsiniz” demiş.
Kral o günden sonra her geçişinde durup delikanlı ile konuşmayı adet haline getirmiş. Çünkü delikanlının söylediği şeyler onu epey düşündürüyormuş. Gün geçtik kral bu adama bağlanmış. Zamanla bu delikanlının bir ermiş, bir aziz olduğunu düşünmeye başlamış.
Çünkü delikanlının koruduğu hazineleri sevgi, huzur, sessizlik, mutluluk, meditasyon, farkındalık, aydınlanma imiş. Bu hazineleri korumak için uyuma riskini göze alamıyormuş.
Zamanla kral bu gence saygı duymaya başlamış. Onu spritüel bir rehber olarak kabul etmiş. Delikanlının ermiş bir kişi olduğunu düşünüyormuş. Bir gün kral delikanlıya “Benimle sarayıma gelmeyeceğini düşünüyorum. Ama her gün seni düşünüyorum. Söylediğin şeyler aklıma geliyor. Benimle saraya gelmen çok hoşuma giderdi” demiş. Kral böyle dünyadan vazgeçmiş birisinin sarayda yaşamayacağını sanıyormuş. Ama adam “Beni o kadar düşünüyor ve özlüyorsan bunu neden daha önce söylemedin? Bir at daha getir. Seninle saraya gelirim” demiş. Bu durum karşısında kral şüphelenmiş. “Bu nasıl bir ermiş? Ne kadar çabuk ikna oldu?” diye düşünmüş.
Ama artık çok geçmiş. Çünkü onu bir defa sarayına davet etmiş bulunmuş. Delikanlı ile beraber saraya gelmişler. Kral ona en lüks odayı verdirmiş. Bu oda konuk krallar için kullanılan odalardanmış. Delikanlının bunu ret edeceğini “Ben bir azizim, böyle şatafatlı yerlerde yaşayamam” diyeceğini düşünmüş. Ama delikanlı hiç öyle bir şey dememiş. Halinden çok memnunmuş. Bütün düşünceler aklında uçuşan kral sabaha kadar uyuyamamış. “Bu genç bir ermiş filan değil. Düpedüz beni kandırdı” diye düşünmüş.
Bir kaç defa pencereden bakmış. Delikanlının uyumayacağını, hazinelerini ağacın altında olduğu gibi koruyacağını düşünmüş. Ama ne görsün delikanlı mışıl mışıl uyuyormuş. Kral “Aldatıldım, bu kesin sahtekar” diyormuş içinden.
Delikanlı ikinci gün kralla yemek yemiş. Kral ona ne verirse alıyormuş. Süslü, güzel elbiseler, lezzetli yemekler, kuş tüyü yataklar… Hiç birisine de ‘hayır’ demiyormuş. Sadeliği tercih etmiyormuş. Kral artık adamdan kurtulmanın planlarını yapmaya başlamış. Aradan yedi gün geçmiş. Kral “Bu adam tam bir şarlatan. Bundan kesin kurtulmalıyım” diye düşünerek, yedinci günün sonuna, “Sana bir soru sormak istiyorum” demiş.
Delikanlı, “Soracağın soruyu biliyorum sayın kralım” diye cevap vermiş. “İlk geldiğim günden itibaren bu soruyu bana soracaktın. Ama misafire hürmetten, nezaketten, görgü kurallarından dolayı bastırdın, sormadın. Günlerden beri seni izliyorum. Sorunu soracaksın ama ben seni burada cevaplamayacağım. Yarın sabah sorunu sorarsın. Atlarımıza binip gideriz. Doğru yere ulaşınca ben de senin sorunun cevabını vereceğim”.
Ertesi gün sabah olmuş. Kral “Sorum şu” demiş. “Seninle aramızdaki fark ne? Sen bir kral gibi yaşıyorsun. Eskiden bir azizdin. Artık bir aziz değilsin”.
Genç adam “Atlar hazır mı?” diye sormuş. Atlara binmişler ve saraydan uzaklaşmışlar. Yolda kral defalarca sormuş. “Ne kadar uzağa gideceğiz? Ne zaman cevap vereceksin?” diye.
Sonunda krallığın sınırı olan bir nehre gelmişler. Karşı sahil komşu krallığa aitmiş. Kral “Sınıra geldik. Burası cevap verebileceğin bir yer sanırım” demiş.
Adam “Evet, tam cevap vereceğim bir yer. Şimdi istersen iki atı alıp dönebilirsin. Ya da istersen benimle birlikte karşı kıyıya gelebilirsin” demiş.
Kral “Nereye gidiyorsun” demiş. Adam “Benim hazinem yanımda. Ben nereye gidersem gideyim hazinem yanımda olacak. Benimle geliyor musun, gelmiyor musun?” demiş.
Kral “Nasıl seninle gelebilirim? Benim hazinem, krallığım, sarayım, tüm hayatım boyunca sahip olduklarım arkamda…” demiş.
Delikanlı gülmüş ve “Şimdi farkı görüyor musun? Ben bir ağacın altında çıplak durabilirim ya da bir sarayda krallar gibi yaşayabilirim. Çünkü benim hazinem içimde. Ağacın ya da sarayın orada olup olmaması hiç fark etmez. Sen geri dönebilirsin. Ben diğer krallığa gidiyorum” demiş.
Kral pişman olmuş. “Beni affet. Senin hakkında kötü şeyler düşünmüşüm. Sen gerçekten bir ermişsin. Gitme, beni böyle bırakma. Gidersen ömür boyu üzüleceğim” demiş. Delikanlı “Benim için fark etmez. Ben geri de dönebilirim. Ama ben geri dönsem senin aklına aynı sorular gelmeye devam edecek. En iyisi ben yoluma gideyim”.
Dünyaya o kadar bağlandık ki aynen bu kral gibiyiz. İçimiz çok fakir. İçimizde hiç hazinemiz yok. Hep dışarıdaki hazinelere önem veriyoruz. Yarın Azrail gelip “Hadi gidiyoruz” dediğinde gönül rahatlığı ile gidebilecek miyiz?
Evler, arabalar, yatlar, fabrikalar bizi buraya bağlıyor. Ne kadar çok bağlanırsak, kaybetme korkumuz da o kadar artar. Bir süre sonra bu dış hazineleri bırakıp gitme düşüncesi hayatımızı yaşanılmaz hale getirir. Mutlu insan odur ki dünyanın maddi hazinelerini yüreğine, kalbine, gönlüne koymaz. Her an bütün hazinelerinizden vazgeçebilirseniz siz de ermiş olabilirsiniz.