Obezite ve kuaförüm
Bir Avrupa yolculuğum öncesinde “kuaför”diye kıvranıp duruyorum... Gideceğim yerde seminer vereceğim, atölyelere katılacağım, konuşma yapacağım ve epey de uzun kalacağım. Saçımın düzgün olması ve en az bir ay süreyle bana problem olmaması gerek... Ne yapacağımı düşünürken aklıma benimle aynı apartmanda oturan dünyaya hakim bir kozmotik firmasının üst düzey yöneticisi geldi. Hergün saat 06 da işe gider. Bir sabah vakti giyinip erkenden indim kapılarına... Çok da muzip bir insandır. Beni görünce şaşırdı tabii... “Hayrola! Ayfer Abla beni rüyanda mı gördün?” dedi. “Hayır görmedim! İstanbul’daki aklıbaşında tüm kuaförleri tanıdığını biliyorum.
Beni aklıbaşında bir kuaföre götürmeni istiyorum” dedim. Ve hızlı bir şekilde durumumum çok kritik olduğunu anlattım! Kendisi cevap vermeden, karısı devreye girdi. “Ayfer Abla, bu saatta sefil olup, bilmem nerelere gitmene hiç gerek yok. İstanbul’un en iyi makas kullanan kuaförlerinden birisi, tam karşımızdaki iş merkezinde bulunuyor. İstersen seni oraya ben götüreyim, bir dene” dedi. Aklıma yattı. Kuaför mesaiye başladıktan sonra hemen gittim. İşte Cumali Bey, Ayşe Hanım ve Hülya ile böyle tanıştım. Cumali Bey, gerçekten de çok yetenekli bir insan... Sizi rahatsız etmeden yüzünüzü bir süre inceliyor. Sonra bir plan yapıyor ve size de anlatıyor, saçınızı nasıl keseceğini. Cumali Bey için zamanın hiç önemi yok... Saçın istediği gibi olması için uzun süre üzerinde çalışabiliyor, bazan bir saat, bazan daha fazla zaman harcayabiliyor. Ben onu, bir heykeltraş veya ressama benzetiyorum. Eline aldığı çeşitli makaslarla kafanıza resmen şekil veriyor. Çalışırken işe o kadar konstantre oluyor ki, konuşmuyor, etrafına bakmıyor, sadece kesiyor...! Yüzünüze hangi model saçın gideceğini; saçınızı kullanırken zorluk çekmemenizi; hepsini ama hepsini o biliyor ve uyguluyor. Son derece de başarılı...
Hülya, uzun senelerdir Cumali Bey’in yanında çalışıyor. Ben onu tanıdığımda biraz kilolu hoş bir kızdı. Daha önce obezmiş, bana epey anlattı. Hikaye dikkatimi çekti, yazmak istedim. İşte hikayesi...
Hülya, Keşan’lı... Çok becerikli bir kız. Kuaförlüğü de öğrenmiş. Hayali İstanbul’a gelip çalışmak. Derdi, “boğulursam büyük denizde boğulayım!”. Ailesinin itirazlarına rağmen İstanbul’a gelmiş, iş bulup iyice yerleşmiş ama, şu veya bu şekilde bizim güzel Hülya, tam 148 kiloya çıkmış! Buna tıp dilinde “morbid obez” deniyor. Aklı başında bir yetişkin olarak kalkmış doktora gitmiş. Doktora gitmeden evvel epey bir araştırmış, seçimi de doğru yapmış. Adam buna diyet vermiş, belki başka şeyler de tavsiye etmiş. Ama bizim Hülya’da hiç kilo azalması olmamış. Doktor demişki: “Çeşitli yöntemler denedik, sana kilo verdiremedik. Midene kelepçe taktırmanı tavsiye edebilirim ancak”. Hülya, dinlemiş doktoru ve büyük bir cesaretle midesine kelepçe taktırmaya karar vermiş. Yalnız, mideye kelepçe taktırmak hemen sorunu çözmüyormuş! Tavsiye edilen diyete de uymak gerekmiş. Örneğin, kelepçe takıldıktan sonra ki ilk 15 gün katı şeyler yememiş. Diyetini hep, çorbalar ve suda çözülen yiyecekler oluşturmuş. Ayrıca, lokmaları küçük almak ve çok çiğnemek gerekiyormuş. Bu kurallara sıkı sıkıya uyduğu için baştan 48 kilo vermiş. Daha sonra bir sene içerisinde tam 75 kilo kaybetmiş! Bütün bunlar iyi de... Bu sefer de vücudunda deformasyon olmuş. Kollar, bacaklar, karın, göğüs hepsi sarkmış! Hülya gene yılmamış. Araştırmış, önce karın bölgesindeki yağları aldırıp, düzelttirmiş fiziğini. Daha sonraki aylarda doktorunun tavsiyesiyle kollarındaki ve bacaklarındaki deformasyonu gidermiş.
Hülya, birkaç ay önce evlendi de... Röportajı yaparken eşi tesadüfen kuaför dükkanındaydı, yanımıza geldi. “Obezite nedir?” diye sordum. Eşi cevap verdi: “Doyma hissi olmaması” dedi. Hülya’da bu tarifi onayladı. “Evet, obezite gerçekten doyma hissi olmaması. Mide çok genişlediği için doyduğunuzu asla hissetmiyorsunuz. Ben, yedi adet lahmacun yiyip doymadığımı biliyorum. Halbuki kelepçe takıldıktan sonra bir lahmacunu ancak yiyorum, çok doyduğumu hissediyorum” dedi.
İnternette Dr. Murat Üstün’ün yazdığı, obeziteyi anlatan yazılar var. Oradan öğrendiğime göre, obezite dünyada yaygın daha doğrusu salgın bir hastalık! WHO, Birleşmiş Milletlere bağlı Dünya sağlık örgütüdür. WHO’nun raporlarına göre obezite dünyada hızla artıyor ve çok tehlikeli. Önlemek için en iyi yöntemlerden birisi laparoskopik (kapalı) ameliyatla takılan mide kelepçesi... Mide kelepçesi aslında ayarlanabilir silikon gastrik bir band. Yemek borusu ile midenin birleştiği yerin yaklaşık 3-4 santim altından midenin çevresine pantolon kemeri gibi yerleştiriliyor. Hastanın durumuna göre, kelepçe sıkılıp, açılabiliyor. Bu işlem sırasında hasta herhangi bir acı falan hissetmiyor. Mide kelepçesi, istediğiniz sürece vücudunuzda durabiliyor. Hamilelik kelepçenin çıkarılmasını gerektirmiyor.
Hülya’nın da dediği gibi, mide kelepçesinde temel esas, hastanın alışkanlıklarını ve yeme şeklini değiştirmesi. Uygun yeme alışkanlıkları kazanıldığında hiç bir gıdadan mahrum kalmadan ciddi kilo kaybı sağlanabiliyor. Hülya, yeme şekil ve alışkanlıklarını değiştirdiği için 75 kilo vermiş... Asitli içecekler, alkol tamamen yasakmış. Ve daha önce de belirttiği gibi lokmalar küçük küçük alınıp, uzun çiğnenmeliymiş. Bu kurallara uyulmadığında mide kelepçesi çok tehlikeli olabiliyormuş. Nitekim, Hülya’nın bir tanıdığında olmuş. Kurallara uymayan genç hanım, yirmi gün komada kalmış. Komanın sonunda midesi alıp, kalın bağırsağı direk yemek borusuna bağlamışlar. Şimdi, bu genç kadın çok kilo vermiş ama, bir yerde sağlığından da olmuş...
Hülya’yı obezken tanımıyordum... Ama şimdi bakıyorum, kendisi ile barışık; işini gayet iyi yapan; eviyle uğraşmayı seven; oturduğu apartmanın bahçesinde çiçekler yetiştiren genç bir kadın. Elinden demirleri boymakla, badana yapmak gibi işler de geliyor. Çok özlediği şeylerden birisi yüksek topuklu ayakkabı giymekmiş, kilo verip, obezlikten istifa ettikten sonra onu da yapmış, başka özlemlerini de... Ne diyeyim? Darısı, kilo vermek isteyen herkesin başına...