Merhamet

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

Geçmiş devirlerde aileler çocukların eğitim almaları için küçük yaşlardan itibaren uzak diyarlara meşhur üstatlara gönderirlerdi. Yine böyle asil bir ailenin çocuğu eğitim için gönderilecekti. Baba çocuğuna “Evladım, seni eğitim için uzak bir şehre göndereceğim. Bizim aileden eğitim için uzak diyarlara giden hiçbir fert eğitimini tamamlamadan geri dönmedi. Şimdi sıra sana geldi. Sen şu anda yedi yaşındasın, ama bizim aile geleneğimizde eğitime gönderilen çocukların dönüp arkalarına bakmaları bile ayıp karşılanır. Arkaya bakmadan gitmek bizim geleneğimizdir. Babam beni gönderirken de ‘Asla ağlamayacaksın, gözlerinden yaşlar akmayacak. Eğer ağlarsan, geriye dönüp bakarsan bu ev asla senin olmayacak ve sen burada kalamayacaksın. Eve doğru dönüp ağlamana iznimiz yoktur’ demişti. Ben de şimdi aynısını sana diyorum” dedi.

Derin bir nefes alan baba konuşmasına devam etti: “Yarın sabah saat altıda buradan ayrılacaksın. Hizmetlimiz Miko seninle beraber gidecek. Buradan bir kilometre uzakta bir dönemeç var. İşte o sapağa, dönemece kadar arkana dönüp bakmayacaksın. Çünkü arkasına bakan, söz dinlemeyen insana güvenilmez. Bizler seni balkondan izleyeceğiz. Sakın ha sakın arkana dönüp bakma” dedi.

Daha yedi yaşında olan çocuğun içi daralıyordu, yüreği sıkışıyordu. Evinden, annesinden, babasından, kardeşlerinden ayrılması çok zor olacaktı. Annesi ona teselli veriyordu. “Bir zamanlar bir çocuk senin gibi eğitime gönderilirken dönüp arkasına bakmıştı ve ailesi onu reddetti. Bir daha burada yaşayamadı. Sen de sakın ha geriye dönüp bakma” dedi.

Çocuk bütün bu nasihatlardan sonra sabaha kadar uyuyamadı. Evden, aileden ayrılmak, dönüp bakamamak, ağlayamamak kendisini çok rahatsız etmişti. Sabah saat altı olunca çocuğu uyandırdılar ve hazırladılar. Hizmetli onu ata bindirdi ve atın yularını tutup çekmeye başladı. Çocuğun ailesi balkondan bu yolculuğu seyrediyordu. Hizmetli bir taraftan atı çekiyor bir taraftan da çocukla konuşuyordu. “Ailen ve köylüler seni izliyorlar. Sakın arkana dönüp bakma. Şu ilerideki dönemece kadar arkana bakmazsan baban ve ailen çok mutlu olacaklar. Onlara layık bir evlat olmalısın. Sakın dönme” dedi.

Çocuk minicik yüreğinin pıt pıt atmasına rağmen dirayetli davrandı ve dönüp arkasına bakmadı. Dönemeci geçtiler ve bir kilometre kadar yol gittiler ama çocuk hala dönüp bakmıyordu. Çocuğun başarmış olması, içini huzurla doldurmuştu.
Birinci sınavı başarı ile geçmişti. İçinde hem acıyı hem mutluluğu bir arada yaşıyordu. Akşam bir yerde kamp kurdular ve dinlendiler. Sabah erkenden yola çıktılar. Kuşluk vakti çocuğun eğitim alacağı manastırın önüne geldiler. Manastırdan çocuğun eğitimini üstelenen bir rahip aşağı geldi. Ve çocukla konuşmaya başladı. “Buraya her gelen insanı kabul etmiyoruz. Bu okula kabul edilmen için bazı şartlarımız var. Gözlerini kapatıp manastırın kapısında oturacaksın. Ben birazdan buradan gideceğim. Ben yeniden gelinceye kadar ne gözlerini açacaksın, ne de yerinden kalkacaksın. Eğer ben gelinceye kadar gözlerini açarsan, çevreye bakarsan, yerinden kalkıp dolaşırsan seni yeniden evine gönderirim. Seni getiren hizmetli ileride ağacın altında hazır bekliyor olacak. Eğer ailen için utanç vesilesi bir evlat olmak istemiyorsan bu sınavı geçmelisin” dedi ve çocuğun yanından uzaklaştı.

Çocuk kocaman kapının eşiğine oturdu. Hiç kimse ona yardım etmek için yanına uğramıyordu. Hiç kimse halini, hatırını sormuyordu. Çocuk içinden ailesinin ve öğretmeninin çok acımasız olduklarını düşünüyordu. İnsanlar vicdansız idiler. El kadar çocuğa bu işkenceler yapılır mıydı? “Arkana dönüp bakma, ağlama, gözlerin kapalı otur” bütün bunlar ne demekti. Çocuk içinde atıp tutuyordu. Bu sırada manastırda eğitim gören diğer çocuklar onu itekliyor, eziyor, dürtüklüyorlardı ama kendisi yerinden bile kımıldamıyordu. Güneş gittikçe yükseliyordu. Çocuk kapıda aç susuz bekliyordu ve sanki kapıda unutulmuş gibiydi. Öğle geçti ikindi oldu, derken akşam oldu. Hava iyice karanlık bir hal almıştı. Çocuk açlıktan ve susuzluktan kıvranıyordu. Tam bütün ümitlerini yitirmişti ki sabahki rahip çıkıp geldi. Yanında başka rahipler de vardı. Elini çocuğun omzuna koyan rahip “Giriş sınavını başarı ile geçtin. Seni tebrik ediyorum. Rüştünü ispatladın. Şimdi bir şeyler yiyip içebilirsin. İçeri buyur” dedi.

Aradan yıllar geçti. Çocuk eğitimini tamamladı ve yetişkin bir insan oldu. Manastırdan ayrılırken, anı defterine şöyle yazdı. “O ilk günü anımsıyorum. O zamanlar bana yapılan şeylerin çok kalpsiz, acımasız, merhametsiz olduğunu düşünüyordum, ama şimdi o davranışların çok şefkatli, çok merhametli olduğunu görüyorum”.
Başınıza gelen bir olay ilk etapta size çok acımasız gelebilir. Ama aradan biraz zaman geçince aslında sizin için ne kadar merhamet dolu olduğunu görürsünüz. Bazen bir davranışınızdan dolayı Tanrı’ya kızarsınız, öğretmeninize, annenize, babanıza öfkelenirsiniz, ama aylar, yıllar sonra o olayın sizin için hayırlı olduğuna kanaat getirirsiniz.

Bir olayın sonucunu görmek için beklemek ve sabretmek lazım. Zaman içinde hayır gibi gözüken şeyler şer, şer gibi gözüken şeyler de hayır olabilir. Babanız size yaz tatillerinde simit sattırır. Bu olay sizi çok kırar. Çok üzülürsünüz, ama yıllar sonra “Babam iyi ki bana limon sattırmış, simit sattırmış, tatlı sattırmış” dersiniz. Çünkü bu tür olaylar sizi hayata hazırlar. Hayatın zorluklarına karşı direncinizi artırır. Aşırı korunan çocuklar bu optimal kırılmaları yaşamadıkları için hayatta pek başarılı olamıyorlar.

Çocuğunuzun her isteğine her zaman “Evet” demeyin. İki defa “Evet” derseniz bir defa da “Hayır” deyin. Çocuk yokluğu, kıtlığı, sıkıntıyı belli ölçülerde yaşamalı. Çocuğunuzu kendinize göre değil, topluma göre yetiştirmelisiniz.

Merhamet