DUZCU’SUNA KAVUŞTU

YAYINLAMA: 13 Ağustos 2018 / 20.00 | GÜNCELLEME: 13 Ağustos 2018 / 20.00

Münevver Tuzcu geçen hafta rahmetli oldu.

Akrabamız, yakın aile dostumuzdu. Oğulların biri, Rasim ile yaşıt olduğumuz için Amerikan Koleji’nde birlikte okduk, birlikte büyüdük.

Kız kardeşim Ayfer Tuzcu Ünsal, Münevver Hanım teyze ile ilgili, kelimenin tam anlamı ile, olağanüstü güzel bir yazı yazmış, facebook’taki sayfasına koymuş.

Kendisinden köşemde yayınlamak için rica ettim. Ayfer, Münevver Hanım teyzeyle birlikte 50 yıl öncesinin Antep’ini de anlatıyor. Yemeklerini, şire yapılmasını, cevizli fıstıklı sucuklarını, kadayıfını, henüz elektriği olmadığı için lüks lambası ile aydınlatılan bağevini, aile yaşamını, ticaretini mükemmel bir üslupla aralara serpiştirmiş.

Yazı oldukça uzun. Ben 3 kez okudum. İlkinde gözyaşlarıyla, ikincisinde anılara daldığım için gözden kaçırdıklarım oldu. Ama üçünsünü büyük bir keyifle içime sindirdim.

 

Celal Tuzcu 23 Nisan 1969 yılında aramızdan ayrıldığına göre yarım asır olmuş.  Ayfer, ondan da bol bol bahsediyor. Onsuz olur mu?

Münevver Hanım teyzeye, Celal Bey amcaya Tanrıdan rahmet, sevenlerine başsağlığı dilerim.

 

Yazının başlığını ne koyacağımı bilemedim! Fotoğrafı, 4 Ağustos günü Asi vadisinde çektim... Münevver Tuzcu'nun vefat haberini duyunca yeşil, sonsuzluğu anımsatan bir fotoğraf kullanmak istedim. İşte o nedenle fotoğraf burada...

Münevver Hanım Teyze, benim fevkalade geçen çocukluğumun renkli bir parçasıdır. Şu anda kafamda o kadar çok anı ve görüntü var ki, hangisini seçeceğimi bilemedim.

Babam Osman Tuzcu’nun erkek kardeşi yoktu, aynı şekilde Münevver Hanım teyzenin eşi Celal Tuzcu'nun da erkek kardeşi yoktu, o nedenle -kaçıncı kuzen olduklarını bilmiyorum- babamla Celal Bey Amca kardeş gibilerdi. Zaten iş yerleri de bitişikti. Babam, gazeteci ve matbaacıydı, Celal Amca ise önce manifaturacı sonra tahin ve helva üreten bir tesisin sahibi olmuştu.

Münevver ve Celal Tuzcu'nun çok mutlu oldukları güzel bir yuvaları vardı... Dört erkek, bir kız çocuğun süslediği bu yuvanın en belirgin lokasyonları Batal Höyük’ün arkasındaki bağ evi ve Güzelce Sokak'taki Antep eviydi.

Bahar aylarında hava biraz ısınınca hafta sonları mutlaka o bağ evine gidilirdi. Celal Amca, özellikle pazar günlerini babamsız geçirmek istemezdi. Bağevinin bahçesi çok güzeldi... Mazotlu bir motorla çalışan kuyudan soba borusu çapında su akar, ‘haraf’ denilen bir havuzu doldurur, o havuzdan bağ bahçe sulanırdı. Bağevine giden misafirlerin çocukları o harafta yüzerlerdi de... Su çok soğuk olduğu için benim harafa girmek aklımdan bile geçmezdi tabi. Celal Amca, Münevver Hanım'ın sabahlığı -ebruli rengindeydi herhalde- renginde adalya denilen soğanlı çiçekler ektirirdi bağevinin bahçesine. Adalya çiçeğine bugün ‘yıldız’ çiçeği deniliyor. Ama adalyalar çok kocaman olurdu, benim kafamdan büyük olduklarını hatırlarım!

Bağevindeki mönü, mevsimlere göre değişirdi. Yarım tava ve kuşbaşı kebab, dolma, doğrama ile bulgur pilavı aklımda kalmış. Bir de annem, muhteşem fıstıklı kek yapardı. Mikser filan yoktu, ilk başlarda bağevinde elektrik de yoktu. Yumurtayı yumurta çırpıcısı ile çırpardı annem. Yumurtayı çırpmak için bazen gençler ve çocuklar sırayla devreye girerdi. Kek, pasta tenceresi denilen bir tencerede pişerdi. Tencerenin ortası kek kalıbı gibi delikti, kapağında da delikler vardı, onları doğru ayarlamak gerekti. Pasta tenceresinin altında ortası delik olan bir de altlık olurdu... Bağevindeki kişi sayısı çok olduğu için annem, iki tertip kek yapardı galiba. Kekin içinde bol fıstık, yumurta, şeker, un ve hamur kabartıcı karbonat gibi bir şey vardı. Nasıl bir kekti o öyle? Tekrar yemedim o tatta bir keki...

Biz çocuklar sonsuz oyunlar oynardık... Hiç kavga etmezdik... Birbirimizi kırmazdık... Yemeği, yiyeceği beğenmemek gibi hiç bir eylemimiz olmazdı... Bağevine gelen çocuklar büyük tesadüf eseri, farklı ilkokullarda okurdu. O nedenle değişecek çok havadis olurdu... Bağevine gelen hanımlar, mutlaka yanlarında nakış ve dikişlerini getirirler, mutfak deneyimlerini birbirleriyle paylaşırlardı. Annem, içlerinde en fazla okuyan olduğu için, okuduğu kitapların özetini anlatırdı, diğerleri onu büyük keyifle dinlerlerdi... Bir de film, tiyatro kritiği yaparlardı. Hem tiyatroya hem sinemaya giden kişilerdi onlar. Beyler ise tavla oynar, haftanın ekonomik olaylarını konuşurlardı. Çok sonraları kağıt oyunları girdi hayatlarına... Ama Celal Amca pek hoşlanmazdı kağıt oyunlarından, tavlayı çok severdi.

Bir gün bağevine bir polis jipi geldi! Hani şu parlak metalik yeşil renkli, bez brandalı eski jipler vardı ya, onlardan. İçinde iki üniformalı polis vardı. Jipi kullanan polis, bez kapıyı açıp aşağı indi ve babama doğru yürüdü! Tam o sırada bağevindeki tüm yaşam durdu! Çocukların oyunları, annelerin konuşmaları ve beylerin sohbetleri, tavla partisi... Üniformalı polis, saygı ile herkesi selamladı ve eğilip babamın kulağına bir şeyler söyledi! Babam "tamam" anlamında başını salladı. O yıllarda Gaziantep Valisi Salih Tanyeri idi sanırım. Vali Bey, şehre aniden gelen bir devlet büyüğü için davet düzenlemiş, babamın da katılmasını istemiş, polis haber vermek için gelmiş. Cep telefonu filan yoktu ama, herkes yaz vakti, Pazar günü Osman Tuzcu'nun Celal Tuzcu'nun bağevinde olduğunu bilirdi!

Münevver Tuzcu, çok güzel yemekler yapardı... Sonbahar ayları gelirken, taze ceviz ve fıstık hep birlikte kitrelenmemiş ipliklere saplanırdı. -Galiba, hanımlar hem Münevver Hanım Teyze'ye yardım eder, hem de kendilerinin sapladıkları ceviz ve fıstıkları batırırlardı- Sonra da Güzelce sokaktaki evde şire yapılırdı. Sanıyorum üç gün sürerdi. Ne muhteşemdi Münevver Tuzcu'nun yaptığı şire... Üzüm suyunun durultulması ve kaynatılmasıyla elde edilen bastığın rengi koyu bal rengi gibiydi... Tabi, önce sal içerisinde üzüm tepelenir. Köroğlu diye kahya gibi bir adamları vardı, o tepelerdi üzümü... Öyle basit bir iş değildir biliyor musunuz? Varç varç üzüm tepelenmez! Ayağınızın birini kaldırıp, diğerini hemen onun yanına basacaksınız... Böylece ezilen üzümlerden altta bir tabaka oluşacak... Her şey birbirine karışmayacak... Tüm üzümler ezilecek ve maksimum su elde edilecek. Şirelik olan dökülgen cinsi üzümdü herhalde. İnce kabuklu, bol sulu beyaz üzüm cinsi... Çocukluğumdan bu yana, ne o bastığı, ne de o sucuğu yedim...

 

Celal Tuzcu’nun çok maharetli bir tüccar olduğunu nakliyeci Nurettin Horoz, on iki sene evvel yaptığım bir röportajda anlatmıştı. Çok kısa bir alıntı yapayım:
-O yıllarda ki Gaziantep’in ticaret kapasitesinden de biraz bahsedelim mi?

-Size, bu konuda önce Gaziantep’te o zaman bulunan muhteşem tüccarlardan bahsetmek isterim. Örneğin Celal Tuzcu… Celal Bey için Malatya’daki Sümerbank Fabrikası’ndan iplik yüklerdik, bir kamyon… Gaziantep’e geldiğimizde, mal daha kamyondan inmeden, bize o malı dağıtacağımız diğer illerdeki şahıs isimlerini verirdi. Bunların içerisinde Malatya’daki tüccarlar da vardı. Onlar, sermayeleri olmadığı için fazla mal alamaz, Celal Bey’in malını alırlardı. Böylece biz, o malı tekrar Malatya’ya taşırdık.

Nurettin Horoz’un anısı böyle… Bugün Arsuz’da denizde anlattılar. Münevver Hanım Teyze, Ramazan ayında Celal Bey Amca’nın getirdiği kumaşları kuponlara kestirir dağıtırmış. Kupon dediğiniz bir elbiselik kumaştır. Hem de, dağıttığı evde kaç kişi varsa o sayıda kesilmiş kumaş verirmiş. Eskiden Ramazan’da kumaş da dağıtılırmış...

 

Yazının başlığını tercüme edersem, “Tuzcu’suna kavuştu” olur. Eskiden kocanıza ismiyle hitap etmezdiniz… Eşinden bahseden kibar hanımlar “Bey”, eski kadınlar “Gişi”, “Herif” diyenleri de duydum. Münevver Hanım Teyze eşine soyismiyle hitap ederdi ve “Duzcu” derdi. Şimdi Duzcusuna yeniden kavuştu… Gökyüzü tanıklık etmiştir buna…

Yazacak çok şey var... Bir de kışın pazar günleri burma kadayıf yaparlardı. Nasıl nefis olurdu... Ağır kömür ateşinde pişirirlerdi, evde...

Münevver Hanım Teyze güle güle gidin... Güzel bir iz bıraktınız dünyada...

 

Yazıya yüze yakın yorum yapıldı... Ben sadece Muhtar Küçükkömürcü’nün yorumunu aldım... Muhtar Küçükkömürcü’nün babası, Halin caddedeki köşesinde bakkaldı...

 

Muhtar Kucukkomurcu: Başınız Sağolsun. Münevver teyzeye de Rahmet diliyorum.
Celal Tuzcu ve Osman Tuzcu; çocukluk yıllarımda tanıdığım entelektüel insanlardı. Doğrusu ben onların gerçekten kardeş olduklarını sanıyordum. Bizim dükkanın en iyi müşterileri idi. Ben onlar alışverişe geldiklerinde çocuk halimle pozitif bir elektrik alırdım. Diğer müşterilere hiç benzemez, son derece saygılı ve sevecen alışveriş yaparlardı. Ve ben Münevver teyzenin Güzelce sokaktaki evlerine servis yapardım. Çok güzel bir ev idi orası. Çok ilginçtir ki ben bu işi yapmaktan mutlu olurdum.. Mekanı Cennet olsun.

 

DUZCU’SUNA KAVUŞTU