‘Başöğretmen’ Avrupa ve ‘Kurnaz’ ABD

YAYINLAMA: 05 Aralık 2018 / 20.00 | GÜNCELLEME: 05 Aralık 2018 / 20.00

Fransız Le Monde Muhabiri Guillvaume Perrier'nin ‘Türkiye analizi’ başlıklı yazısını okuyunca burkuldum. Sizinle paylaşmayı düşündüm, ama yazıyı biraz abartılı bulduğum için vazgeçtim.

Ancak, Hürriyet gazetesi yazarı Gülse Birsel'in köşesinde  siyasilere hitaben kaleme aldığı açık mektup sosyal medyada da günün konusu olunca yorumu size bırakarak paylaşmaya karar verdim.

 

Önce Birsel’in beni endişelendiren ‘Zira korkuyorlar…’ yazısından kısa bir alıntı.

 

“Efendiler, son aylarda kaç “Yurtdışı ülkelerden vatandaşlık alma”, “Oturma izni sağlama”, “Çalışma izni başvurusu” ajansının Türkiye’de kalabalık salonlarda vatandaşa sunum yaptığını biliyor musunuz?

Ne kadar çok kişi geleceğini yurtdışında görüyor farkında mısınız?

Kaç çocuk sahibi aile korku içinde bunu planlıyor, evlatlarını ortaokul, lise için yurtdışına yollamaya uğraşıyor bilginiz var mı?

Yurtdışında okuyan veya kısa süreli çalışan kaç değerli insanın parlak tekliflere rağmen buraya dönmekten vazgeçtiğini araştırdınız mı?

 

Bu mektubumda belki en çarpıcı bilgi şu olacaktır: Bu saydığım onbinlerce, belki yüzbinlerce insanın hiçbiri hiçbir cemaat, tarikat, siyasi parti veya sivil toplum örgütü üyesi değil.

Bunlar avukatlar, doktorlar, mimarlar, mühendisler, üst düzey yöneticiler, tüccarlar, girişimciler, sanatçılar, öğretmenler, öğrenciler...

Şirket sahiplerine, anne-babalara bir sorun bakalım... Yurtdışında okumuş, ümit vaat eden gençlerden kaçta kaçı son aylarda memlekete gelip çalışmaktan vazgeçti. Kaçı daha düşük standartlara razı olup Amerika’da, Avrupa’da iş aramaya, orada hayat kurmaya karar verdi diye.

Bu insanlar geleceğimiz efendiler! Ve arkalarına bakmadan kaçıyorlar.

Zira korkuyorlar.”

 

Bu da işte o Fransız Le Monde Muhabiri Guillvaume Perrier'nin ‘Türkiye analizi’ başlıklı yazısı.

 

"Türkiye, son ve büyük bir hesaplaşmaya doğru gidiyor.

Bu ülke korkulduğu gibi, ırka ya da dine dayalı bir bölünme yaşamadı. Daha korkunç ve daha temel bir bölünmeye gidiyor. Cumhuriyet boyunca süren "kültürel bölünme". Bu artık iyice keskinleşti. Şimdi bir yanda, ayakkabılarını sokak kapısı önünde çıkaran, kadınları başı örtülü, erkekleri sokağa pijamayla da çıkabilen, erkek çocukları kahveye giden, kız çocukları tam bir baskı altında yaşayan, türkü ile arabesk arası bir müzikten zevk alan, futbol izleyen, belki de hiç kitap okumamış, hiç dans etmemiş, hiç karı koca birlikte yemeğe gitmemiş, hiç tiyatro seyretmemiş, iyi eğitim alamamış, dini inançları kuvvetli, kalabalık, bir kitle var.

 

Diğer yanda ise kız lisesi-kolej yelpazesinde eğitim görmüş,

en azından bir düğün salonunda ya da kolej partisinde dans etmiş, sinemaya giden, çok fazla olmasa da kitap okuyan, müzik zevki pop şarkılarla, klasik müzik arasında dolaşan, evi nispeten daha zevkli döşenmiş, kızlarının flörtüne göz yuman, kadınları modern görünümlü, şarabın kalitesinden pek anlamasa da, kadın erkek bir arada içki içebilen, gazetelere bakan, magazin haberlerini izleyen, kendini birinci gruba kıyasla çok gelişmiş algılıyan, entelektüel düzeyi çok yüksek olmasa da, Batı standartlarına yakın bir grup var. Bu iki grubun yaşam tarzı birbirinden kopuk.

 

Onları, Batı'daki sınıflar arasında ortak zevk alanları yaratan, müzik, resim, heykel, tiyatro ve sanat gibi, birleştirici kültürel zeminler yok. Yaşamları, zevkleri, inanışları birbirinden çok farklı. Hatta birbirine düşmanca.

 

Birinci grup Cumhuriyet boyunca horlanmış, aşağılanmış, itilip kakılmış. Şimdi bu grup siyasal olarak örgütlendi. Kalabalıklar.

Ve her seçimi kazanacak siyasi bir güçleri var artık.

 

İkinci grup ise azınlıkta. Ve artık bir daha seçim kazanma olanakları yok. Bu noktada da tarihi bir paradoks ortaya çıkıyor.

 

Daha Batılı olan "ikinci grup", Batı'nın siyasi değerlerini kabul ederse, bir daha asla iktidarı ele geçiremeyeceğini bildiği için,

gitgide Batı'ya ve Batı'nın demokratik değerlerine düşman oluyor.

 

Yaşam tarzı olarak Batı'ya düşman olan birinci kesim ise, iktidarı ancak Batı'nın kriterlerini kabul ederek ele geçirebileceğini bildiği için, Batı'yla ilişkileri geliştirmek ve demokrasiyi kabullenmek istiyor.

 

Bu kültürel parçalanmada "ordu" önemli bir role sahip. Eğer, birinci grubu desteklerse ve Batı'nın demokrasisi burada kabul görürse, ordu da iktidarını kaybedecek.

 

Aslında birinci grubun çocuklarından oluşan ordu, kendi iktidarını sürdürebilmek için, kendisine benzemeyen ikinci grupla işbirliği yapıyor. Bir anlamda kendi köklerine ihanet ediyor.

Bu iki grup, siyasi iktidar için son kez çarpışmak üzere hareketlenmiş gözüküyorlar.

 

Birinci grup ekonomik olarak da güçlü artık, Anadolu'da üretim yapıyor, malını dış dünyaya satıyor. Para kazanıyor. Siyasi örgütünü destekliyor.

 

İkinci grup ise parasal olarak da kuvvetli değil artık. Mevcut iktidarın da baskısıyla giderek ekonomik kazançlarını kaybediyor.

Dış dünyayla iş yapan, dışarıdan borçlanan büyük burjuvazi,

Türkiye'nin ancak demokrasiyle normalleşebileceğine inanan entelektüel kesim, devletin yapısının değişmesi ve dünyayla bütünleşmesi gerektiğini düşünen bir grup bürokrat, birinci grubun destekçileri.

 

Yargı, ordu, bürokrasinin önemli bir kısmı, ikinci grubun arkasında.

Ve bu ikinci grup, siyasetle demokrasiyle, iktidarı elinde tutmasının olasıl olmadığını kavradığından, şimdi siyaset ve demokrasi dışında bir çözümün peşinde.

 

Türkiye'yi Avrupa dışına itmeye çalışan, eski bir imparatorluk olmanın bir yanıyla; çok görkemli, bir yanıyla; çok zayıf mirasına sahip olan bir ülkeye küstahça davranan, işbirliği yerine "baş öğretmenlik" yapmaya kalkan Avrupa'nın da... Türkiye politikasında "ikili" oynayıp, kurnazlık ettiğini sanan Amerika'nın da...

‘Başöğretmen’ Avrupa ve ‘Kurnaz’ ABD