SEYAHATİN KISA ÖZGEÇMİŞİ…
“Antik çağda seyahat” isminde çok sevdiğim bir kitap var. Lionel Casson yazmış, Nalan Özsoy çevirmiş, MB yayıncılık 2008 yılında İstanbul’da yayınlamış.
Okuduğumuz zaman, antik çağ döneminde insanların nasıl bir yerden bir yere gittiklerini, seyahat nedenlerini ve nasıl seyahat ettiklerini anlatıyor özet olarak. Kitap; yakın doğu ve Yunanistan; Roma döneminde yolculuk; Roma döneminde turistler ve turlar olmak üzere üç bölümden oluşuyor.
Önsözünde seyahat hakkında çok değerli bilgilerin, Roma imparatorluk döneminde tutulan kayıtlardan elde edildiği yazılı. Romalılar, yol yapımında da çok ustalar. Hatta, özellikle Güney Batı Anadolu’da Romalılar tarafından yapılan yollar halen mevcut. Yerli ve yabancı meraklı insanlar bu yollar üzerinde yaya olarak seyahat edip, müthiş keyif alıyorlar. Bu konuda kitap yazan, konferans veren insanlara da rastladım. Antalya’da yaşayan Giray Ercenk, Romalıların yaptığı yollar üzerinde yürüyerek 1000 kilometreden fazla yol katetmiş birisi... O civardaki bütün yolları biliyor ve çok güzel anlatıyor.
İnsanların seyahat etmelerinin nedeni, devlet işleri, ticaret, kutsal yerleri ziyaret ve festivallerden oluşuyor. Zaman içerisinde keyif için yapılan seyahatlerde önem kazanıyor.
Kitabın ilk bölümü, Yakın Doğu ve Yunanistan MÖ 3000-1200 yıllarını kapsıyor. Burada ilk şehir öbeklerinin Dicle ve Fırat arasındaki topraklarda, ilk birleşik ulusun da Nil Nehri kıyılarında kurulduğunu görüyoruz. Şehirleşme başlayınca kaçınılmaz olarak yeni yaşam tarzı ve yeni hareket biçimleri getiriyor.
Ticaret erbabları pazar ağları kurarak çok sık seyahat ederken; kalabalıklar festival günlerinde taşradan yola çıkıp kutsal yerlere akmaya başlıyorlar.
M.Ö. 3000 ilk yıllarında tersane işçileri açık sularda daha güvenli ve rahat yolculuk edebilecek tekneler yapmaya başlıyorlar. Bu şekilde yolculuğun ufku hızla genişliyor, kıtalar ve ülkeler arası ticarette tırmanmaya görülüyor. Doğu Akdenizde Mısırla İtalya, Fransa gibi Levant ülkeleri arasında ticaret geşiyor. Kızıldeniz boyunca Mısır ve Arabistan ilişkiyi artırırken Mezopotamya ve Hindistanın kuzeybatı sahilleri, İran Körfezi ve Hint Okyanusu boyunca yük taşınmaya başlıyor.
Seyahat açısından Nil nehri çok kullanışlıdır. Yolculuk, Nil boylarında yetişen ünlü papirüs bitkisi kamışlarından yapılan sal ve kanolarla gerçekleşirdi. MÖ 2700 ise artık dayanıklı ahşap deniz araçları vardı. Yarım yüzyıl sonra kırk gemiden oluşma küçük bir filonun Lübnan sahillerinden Nil’in ağzına vardığını duyarız.
Biliyorsunuz Mezopotamya’da iki büyük nehir, Dicle ve Fırat vardır. Ama bunlar seyahat için Nil kadar kullanışlı değildir. Her ikisinde de yolculuk yapılabilmesine karşın, akıntıya karşı yol almayı sağlayacak kuvvetli bir rüzgar yoktur. MÖ 3000 de ahşap küçük nehir tekneleri kullanılıyordu, akıntıya karşı yolculuk gerektiğinde teknekler iplerle çekiliyor, bu da seyahati çok yavaşlatıyordu. Daha kuzeyden yola çıkan ve dönüş yolları daha uzun olan Ermeni nehirciler şişirilmiş hayvan derileri, yani tulumlar sayesinde yüzen hafif sallar yaparak işi kolaylaştırmışlardı. Heredot’un ifadesine göre her salda “bir eşek ve birkaç tane daha büyük baş hayvan vardı. Babil’e varıp yüklerini boşaltınca teknelerin iskeletini satar, hayvan derilerini eşeklere yükler ve ülkelerine yürüyerek dönerlerdi.” Şişirilmiş sallar, zaman zaman kuvvetli akıntıların görüldüğü Fırat ve Dicle’nin sularına karşı koymak için çok uygundu. Sal bir kayaya çarptığında en fazla birkaç tulum denilir, bunlar hemen tamir edilebilirdi. Mezopotamyalılar karşıdan karşıya geçmek için özellikle suyun sakin aktığı alt bölgelerde büyük ve yuvarlak kayıkları tercih ediyordu. Dallardan oluşan bir gövdeye deri parçaları dikilerek yapılan bu kayıklar savaş arabalarını, hatta inşaat taşlarından oluşan ağır yükleri taşıyacak kadar büyüktü. Halfeti sular altında kalmadan önce, bu tür yuvarlak salları ben de suyun üzerinde görmüştüm.
Tek ulaşım ve seyahat aracı kayık, gemi, sal değildi şüphesiz. Ortadoğu’da yeterli ırmak bulunmadığı için patenti Sümerlere ait olan dört yekpare teker üzerine oturan, kutu biçiminde gövdeli ağır araçlar yaban eşekleri veya öküzler tarafından çekilirdi. Dört tekerliden sonra iki tekerli yük arabaları ortaya çıktı. Ve MÖ 2300 civarında Yakındoğu’da ilk kez yük hayvanı olarak attan yararlanılmaya başlandı.
MÖ 1600 de artık krallar, prensler ve ileri gelenlerin emrinde yeni bir taşıt vardı. Bu taşıt, atların çektiği bir savaş arabasıydı. 2000 nin ilk yarısında marangozlar tahtayı eğmek için ısı kullanmayı keşfetti. Bu bilgi, eski, hantal, disk biçimli tekerlerin yerine parmaklı teker yapımını mümkün kıldı. Parmaklar dört bazen de altı tane olur ve dikkatlice birleştirilmiş bir yuvarlak çepere eklemlendirdi. Tutankamon’un (MÖ 1352-1344) mezarında bulunan böyle bir savaş arabasının tüy hafifliğindeki tabanı, örülmüş deri şeritlerden oluşuyordu.
Gücü kuvveti yerinde olan gezginler genellikle taşıt kullanmaz, yaya yol alır ya da paraları varsa eşeği tercih ederlerdi. Başlarda asla at sırtında yolculuk etmezlerdi; ata binmek gelecek yüzyıllara özgü birşey olacaktı.
Bir yaya ya da hayvan için patika yeterlidir. Bir taşit içinse yol gerekir, bu bize tüccarların neden her zaman iki ya da dört tekerli yük arabalarıyla yolculuk yapmadığını açıklayabilir. Erken dönemde tekerlekli trafiği kaldıracak kadar yol yoktu. Yollarda taş döşeme erken dönemde hiç görülmez.
MÖ1800-1200 lere dek Anadolu’da hüküm süren Hititler, başkentle ona yakın bir kutsal mekan arasındaki 1.3 millik yolu taşla döşemişlerdi. Bunun nedeni bayramlardaki geçit törenlerinde kullandıkları ağır yüklü arabaları taşıyacak yollara ihtiyaç duymalarıydı. Erken dönemde köprülere nadiren rastlanırdı. Mısır ve Mezopotamya’da neredeyse hiç köprü yoktu.
Mısır’da yolculuk edenler arasında ilk sırayı devlet görevlileri alıyordu. Mezopotamya’daki devlet görevlileri Mısırdakilerden sonra seyahat etmeye başladılar. Erken dönemde Mısır’da ticaret firavunun elindeydi. Buna karşın, ticaret, özel girişimcilik nedeniyle Mezopotamya’da hızla gelişti.
Bir kazaya uğramadığı takdirde yüzyıllar boyu dayanabilecek kil tabletler üzerine yazılı benzeri mektup ve iş hayatına ait diğer belgelerden binlercesi Mezopotamya topraklarında ortaya çıkarılmıştır. Hatta, bir tablette MÖ 2000 de Asur’daki iki iş ortağının Doğu Anadolu’da parasını uzun süre ödemeyen bir müşteriye yazdıkları mektup da bulunmuştur.
Devlet kuryeleri, görevliler ve maiyetleri, küpleri ve mal balyalarıyla tüccarlar... gece gündüz yollarda görülen insanlar bunlardı. Ancak yılın bazı dönemlerinde bir tanrı adına tertiplenen festival nedeniyle kutsal yörelere akın eden insanların sayısı bunları kat ve kat aşardı. İnsanlar, Mısır’da kutsal saydıkları mekanlara kayıkla giderlerdi. Hatta, Nil nehri üzerinde yüzen kayıklar içerisinde kastanyet çalan kadınlara, boru üfleyen erkeklere ve elleriyle ritim tutan yolculara rastlanır.
Keyif için seyahat etmek, dolaşmak Girit’deki Mikanos uygarlığında görülür. Diğer örnekleri ise MÖ 1500 den itibaren Mısır’dadır. Eski yapıların duvarlarında buraları gelip ziyaret eden insanların, yazmanlar aracılığı ile ziyaretlerini kanıtlayan yazılar bulunmuştur.