Koyun can derdinde

YAYINLAMA: 01 Ocak 1970 / 04.00 | GÜNCELLEME: 01 Ocak 1970 / 04.00

İnsanlık tarihinin kaç sene geriye gittiğini bilmiyorum. Göbeklitepe’nin tarihini tahmin edenlerin sözlerine bakılırsa, 10 bin yıldan bahsetmekteler. Dünyanın üzerinde yaşamış medeniyetlerin kalıntılarına bakıldığında, Anadolu toprakları, bu başlangıcın bir noktası olabilir, buna inanmaktayım.

Bir İngiliz yazarın kaleme aldığı , ‘Harp Tarihi’, orijinal ismi ‘History Of War’ olan kitabın ilk sayfaları Anadolu ile başlamakta. Milattan çok öncesinden gelen bir tarihin üzerinde oturmaktayız. Diyeceksiniz; Bu tarihin üzerinde oturuyor da kıymetini biliyor muyuz? Bence bilmiyoruz. Anadolu’da yaşamış bir çok medeniyetlerin diğer devletlerle harp ettikleri doğru. Bu savaşlarda kitlesel kırımlara uğradıkları da doğru olduğuna inanmaktayım. Zaten bu kitap da bunları anlatmakta. Yok olmalarının nedeni sadece aralarında yaptıkları iktidar olma savaşlarından olmadığına da inanmaktayım. Kanımca çivi yazısından evvel bir tür yazı kültürü olduğunu tarihçiler belirtmemekteler. Bu nedenle çivi yazısı ile yazılan tarihi değerlere ulaştığımız dönemlerden evvel ne yaşandığını bilmemekteyiz. İlk antlaşmanın MÖ 1280’de Kadeş Antlaşması olduğunu söylüyoruz da ondan evvel yapılmış bir antlaşmanın var olup olmadığını bilmiyoruz. Ayrıca medeniyetlerin hepsinin yok oluş nedenlerinin bir savaş sonrası olduğuna inanmak zor olduğunu düşünmekteyim. 

Anadolu’da medeniyetlerin yok olmasında doğal afetlerinde büyük payı olduğuna inanmaktayım. Bu senelerde en çok konuşulan fay hatlarından bir tanesi Anadolu’nun kuzeyinden geçmekte, diğeri ise Anadolu’nun güneyinden geçmekte. Boynuz biraz titreyince felaketin gelmesi gecikmemekte. Tarih içinde binalar taşların üst üste konularak yapılmasından meydana gelmekteydi. Bir yer sarsıntısında deprem bir ülkeyi saniyeler içinde yerle bir etmesi mümkündü. Bilhassa Anadolu’nun batı yöresinde ve güney bölgesinde bulunan antik şehirlerin akıbetlerinin deprem olduğuna inanırım.  Sadece deprem mi ? diye çoğu zaman düşünürdüm.  

Tarih içinde Anadolu ve yakın çevresinde hastalıklarında bir şehri yok ettiğini biliyoruz. Yazılı verilerden hareket edersek Milattan Sonra 165 yılında, kesin olmasa da, veba hastalığının Roma İmparatorluğu’nun neredeyse ordularını ve şehirlerini yok edecek duruma  geldiğini tarihçiler söylemekte. Bazı tarihçilere göre bu hastalığın sadece Veba ile tanımlanması yerine hastalığın Çiçek veya Kolera olduğunu da iddia etmekteler. 

Yine tarih içinde Roma İmparatorluğu 395 yılında Doğu ve Batı olarak ayrıldıktan sonra, 541 yılında Bizans da Justinien adı ile anılan Veba hastalığı Bizans’ta yıkım yaptığını biliyoruz.  Bizans’ın bir çok şehirlerinde insanların yok olduğu söylenir. Bizans’ın ordularının da bu yıkımdan hissesini aldığı ve bu yıkımın 3-4 sene devam ettiği bilinir. Milattan Önce 1346 senesinde uzak doğu kaynaklı Roma imparatorluğunda başlayan veba salgını, 1353 yılına  kadar sürmüş ve Floransa şehrinin üçte birinin yok olduğunu, tarihin tozlu yapraklarından öğrenmekteyiz. Roma İmparatorluğu’nda bu veba hastalığı milyonlarca insanın hayatına mal olur. 

Yakın tarihimizde 1852’de Kolera salgını ise bütün dünyaya Hindistan’dan yayıldığı ve 8 yıl kadar uzun bir zamanda milyonlarca insanın telef olduğunu biliyoruz. Bu hastalıktan ölenlerinde ayrı mezarlıklara gömüldüğü söylenir.

Çocukluğumuzda yatılı okulda okurken, ASYA GRİBİ tanımlı bir hastalığın 1957 senesinde bütün Türkiye’yi sardığını yaşadık. Okulun yemekhanesinin bir bölümünün bile revir olarak kullanıldığı bu dönemde, hepimiz bu hastalığa yakalanmıştık. Bize hangi ilacı verdiklerini pek anımsamamakla birlikte, yüksek ateşle bir hafta gibi bir süre yatakta yattığımızı hatırlarım. Öğretmenlerin büyük bölümü bu hastalığa yakalanmamış, fakat biz yakalanmıştık. Bu da hatırladığım başka bir gerçek. 

Tarihte olduğu gibi bugünlerde yine Uzak doğu Asya kaynaklı bir başka influensa virüsünün bütün dünyayı kaplaması pek uzun sürmedi. Yine en büyük yıkımı İtalya yaşadı. Bütün dünyada Çin malının yayılmasını belki önlemek için kim bilir, ortaya çıkan bu virüsten korunmada bir zaaf yaşadığımız, bir büyük ayıptır. UMRE ye gidişlerin engellenmemesi için 21,500 yaşlı insanın, Diyanete gelir sağlamak adına, Arabistan’a gitmesine göz yuman idare, son kafileden sonra ‘bizde de Corona vak’ası var’ diye ortaya çıkmalarını hiç af etmiyoruz. UMRE’den geri dönen, bilhassa Rize deki vatandaşlar, eş, dost, ve akrabaları ile kaynaşmaları neticesinde virüsün en hızlı gelişerek yayılması, Rize de ortaya çıktı.  

Hepimiz bir can derdinde , bir oraya bir buraya hastalığa yakalanmama konusunda telaşla koşturmamızı fırsat bilen bir Devlet Kurumu ise, yangından mal kaçırırcasına, inatla, toplumun karşı çıktığı ‘İstanbul’a Bir Başka Kanal’ için alelacele ihale yapmasında, kimin menfaati bu işin içindedir diye bir sözüm geldi söyledim hem nalına hem mıhına. 

 

Koyun can derdinde