SİZ, ÖMRÜNÜZÜN SAYILI KALAN GÜNLERİNİ TÜRKİYE’DE GEÇİRİR MİSİNİZ?
Ilona Baugman, Mart 2012’de Türkiye’ye geldi. Çok güzel bir proğram çerçevesinde lezzetli yemekler yedi, doğal güzellikleri gördü, arkadaşlıklar kurdu. 2004 yılında yakalandığı ve tedavi olduğu göğüs kanseri, 2011 de geri gelmişdi. Üzerinde tez yazdığı Türkiye mutfağını yakından tanımak için Türkiye’ye gitme kararı aldığında, kanser karaciğerini ve kemiklerini de sarmıştı. Aldığı kemoterapinin işe yaramayacağını, sadece kendisine birkaç gün daha kazandıracağını biliyordu. Gaziantep’e, Maraş’a ve İstanbul’a geldi, gezdi, hoş vakit geçirdi, mutlu oldu. Geri, memleketi Boston’a döndüğünde direk hastaneye gitti ve bir iki gün içerisinde de hayatını kaybetti. Ilona’nın kocası Bill de bir sene evvel, yine kanserden ölmüştü. Bu cesur kadın için 9 Haziran 2012’de kocasıyla yaşadıkları yerde bir anma töreni yapıldı. Törende benim, Ilona için yazdıklarım İngilizceye çevrilip dağıtıldı. Bunun yanısıra kendisiyle ülkemize gelen, arkadaşı Time dergisinin yemek kitapları editörü, Shaun Chavis bir konuşma yaptı. Konuşma metnini, Türkiye’yi gelip gezmiş ve anlamış birisinin kaleminden çıktığı için çok beğendim ve tercüme ettim. Buyurun okuyun:
Benim ismim Shaun Chavis. Beni tanımayanlar için Ilona ile Boston Üniversitesinin Gastronomi bölümünde arkadaş olduğumuzu söylemeliyim. Ben, Ilona ölmeden bir süre evvel, kendisiyle Türkiye’ye gittim.
Sevdiğim insanlar bu dünyadan ayrılınca, kaçınılmaz olarak kendimi ölen insanın hayatından ne öğrenebilirim diye düşünmeye zorluyorum. Ölen kişi bana bilmeden neler kazandırdı, belki o kazandıklarımı kendi hayatıma uygulayabilirim.
Ilona’dan aldıklarım çok basitti: Ilona bana ilham vermişti. Örneklemem gerekirse: Ilona’nın yaşadığı apartman dairesi gibi havalı, neşeli ve misafirperver bir dairem olmasını isterdim. Tabii bunun yanısıra, Türkiye’ye yaptığımız seyahat boyunca ondan büyük hayat dersleri de aldım.
Öğrettikleri şöyle: azimli olacaksın, işin peşini bırakmayacaksın, bıkmayacaksın, usanmayacaksın, boyun eğmeyeceksin ve işini hep kovalayıp takip edeceksin.
Ilona ve ben Türkiye’y gitmeyi 2011 Agustosunda planlamıştık. Oldways Vakfı ile yemek yiyecek üzerine düzenlenmiş bir think thank çalışması sırasında almıştık bu kararı.
Mart ayında Türkiye’ye gitmek üzere uçaktaydık. Biraz a Türkiye’den bahsedeyim. Önce, herşeyin gerçek olduğu, dokunulur olduğu, duygusal ve tadılabilir olduğu bir ülke... Herşeyin gerçek olduğu bu yerde biz kendimizi ayrı bir dünyada hissediyorduk. Türkiyede tüm vaktimizi keşfetmeye ve denemeye ayırıyorduk ki bu bizim için büyük lüksdü. Yemek ve kültür, tarih, canlı çarşılar, tanıştığımız yeni insanlar. Türkiyede geçirdiğimiz zaman, birçok bakımdan çok değerliydi.
Bazan, yaptığımız gezi bizi büyülüyordu. Sanki ortada bir maraton vardı ve konusu yemek di... Oturduğumuz masalarda en az 16 çeşit yemek oluyordu. Gaziantepli Hanımefendiler ise bize 37 çeşit yemek hazırlamışlardı. Bu çeşitlilik, normal iştahı olan bir insanı şaşkına çevirmeye yeter. Bir sonraki öğünde hangi yemekle karşılaşacağımızı bilemediğimiz için nasıl davranacağımızı, nasıl adım atacağımızı bilemedik. Bu seyehatin en hoş ve ilginç yönlerinden birisi, sadece yemek yemek değil, ama onun hakkında konuşmak, kültürü öğrenmek idi. Gurup arkadaşlarımızla yemekleri paylaştık, nasıl incelikle hazırlandıklarının farkına vardık. Yemeklerin neler ihtiva ettiklerini konuştuk. Pişiriliş yöntemlerini tahmin ettik. Her lokmayı tadarken, bundan böyle aynı lezzetle yemekleri bulamıyacağımızı düşündük.
Bütün bunlar karşısında Ilona büyülendi adeta... İçerisinde bulunduğu kanser hastalığı nedeni ile iştahı kısıtlıydı. Birkaç lokma alınca yiyince kendini tok hissediyordu. Zaman zaman, masadaki yemek sohbetlerine katılamazsa, Ilona’nın dışlanmış hissetmesinden endişe ediyordum. Ama Ilona, iradesiyle sohbetlerimize katıldı. Yemeklerden sadece bir iki lokma alıyordu ve çok dikkatlice tadıyordu. O, bir iki lokmadan yemeğin hazırlanışı, inceliklerini analiz ediyor, bizim sohbetlerimize katılıp fikrini söylüyordu. Bağırsaktan yapılmış mumbar da yedik; dondurma da (Türkiye’de dondurmayı çatal ve bıçakla yiyorsunuz) çiğ etten yapılmış köfte de yedik ve rakı içtik. Dikkat ederseniz, “biz” diyorum, bunu Ilona’nın hemen hemen bütün yiyecekleri tattığı anlamında kullanıyorum.
Bizi büyüleyen bilmediğimiz şeyler de vardı. Bazen, bilemediğiniz şeyler seyahatinizin en neşeli kısmını oluşturabilir. Bilmediğiniz için, ne bekleyeceğinizi de bilemezsiniz. Seyahatiniz size ne büyü sunuyorsa onu kabul etmek zorundasınız. Seyehatin başarısı da doygunluğu da orada yatar aslında. Ilona için bilinmeyen fiziksel olarak zorlandığı, ilginç durumlar vardı. Bunlar, fiziken yorgun olduğu için çıkarken zorlandığı merdivenler; taş döşeli üzerinde güçlükle yürünülen yollar; veya uzaklığı ne kadar olduğunu bilemediği yürümek zorunda kaldığı mesafelerdi.
Ilona bilinmeyenlerle yüzleşecek kadar cesaretliydi. Birlikte seyehat ettiğimiz 40 kişi bana zaman zaman gelip “Ilona, ne kadar cesur” dediler. Farkına vararak biliyordum ki bazen ıstırap çekiyordu, dermansız kalıyordu ve gark oluyordu. Bütün bunları çekerek odasında oturabilirdi. İnsan kendisini iyi hissetmezse odasında oturmaz mı? Ama o öyle yapmadı. Bir defa, çok hoşlandığı bir tatil geçiriyordu. Hayatında çok hoşlandığı şeyleri takip ediyor, öğreniyordu. Hani, gücümüzü çok sevdiğimiz işler için saklarız ya, Ilona’da öyle yaptı, geri kalan tüm enerjisini hayatında planladığı doğru bir iş için sarfetti.
İnsanlar Ilona’ya yardım ettiler. Ben, bu şekilde de birşeyler öğrendim. Aslında arkadaş edinmek için çok uzun sürelere ihtiyaç yoktur. Resmi arkadaşlıkları kastetmiyorum. Hani, uzun süren arkadaşları kastediyorum. Türkiye seyehatimiz sırasında da kısa zamanda çok arkadaş edindiğini gördüm.
Ilona’nın yaşadığı evi, 485 Harrison Crew’daki komşularıyla da konuştum. Ve Öyle komşulara sahip olduğu için Ilona’ya imrendim. Komşularından Jimmy’nin söylediğine göre, geçen sene Ilona’nın kocası Bill öldüğünden itibaren onu hiç yalnız bırakmamışlar. Hatta, Türkiye yolculuğuna çıkarken bile, neredeyse maneviyatları ile yanında olmuşlar.
Yol arkadaşlarımızdan hepsi yardımcı oldu Ilona’ya. Ilona’nın gezi sırasında yapmak istediği herşeyin gerçekleşmesi için seferber oldular. Merdivenden inerken yardımcı oldular, oturdukları yerlerini verdiler. Gerekince hemen bir taksi buldular. Onunla sohbet edip, eylediler. Gaziantep’te bizi gezdiren rehberlerden birisi, Şerif, bir öğleden sonrasını sırf Ilona’yı ve beni çarşıyı gezdirmek için harcadı. Böylece Ilona, kendi kendine alışveriş etmenin keyfini tattı. Özellikle de kaldığımız Zeynep Hanım otelin personeli, aramızdaki lisan problemine aldırmadan her seferinde görevleri olmadığı halde ona büyük destek ve yardım sağladılar.
Bazan, ilişkilerin manasını zamanla ölçeriz. Türkiye gezisi bana, insanların zamanla daha iyi dost olacağının yerine ilk başta da çok sıkı dostluklar kurulabileceğini gösterdi. Anladım ki, çok kısa bir sürede birisi hayatınıza girip, sizin için çok şey ifade eden bir karakter haline gelebilir. Eğer Ilona’nın arkadaşı iseniz, onu ne kadar süreyle tanıdığınız hiç önemli değil. O, size her türlü misafirperverliği gösterir, evinde ağırlardı. Ayrıca sizinle ciddi şekilde ilgilenir, dikkatlice dinler, kendisine söyledikleriniz hakkında düşünür ve zekice fikirlerini sizinle paylaşırdı.
Ilona’nın yanında bir şey daha öğrendim: kısa bir süre içerisinde bir başkasının yaşamında değişiklik yapabiliriz... Bu cümleyi okuyunca “ama birinin hayatında değişiklik yapmak uzun zaman alır” diyebilirsiniz. Hayır öyle değil! Birinin hayatındaki kalıcı etkilemeyi sadece birkaç gün veya saatte, veya dakikalarda yapabilirsiniz.
Ilona, bizi ağırlayan veya tesadüfen rastladığımız arkadaşlarımız üzerinde nasıl izlenim bırakmıştı? Bizi Türkiye’de ağırlayanlardan birisi, gazeteci ve yemek kitabı yazarı Ayfer Ünsal’dı. Ilona’nın aramızdan ayrıldığını öğrenince Gaziantep’te yayınlanan Sabah gazetesinde bir yazı yayınladı. Bu yazının çok kısa bir özetini sizinle paylaşmak istiyorum:
“Ilona, son günlerini Gaziantep, Maraş ve İstanbul’da geçirdi. Gördüklerinden, öğrendiklerinden pek mutlu oldu. Çok güzel ve özel yemekler yedi. İlgi ve samimiyetle ağırlandı ve son yolculuğuna çok güzel anılarla çıktı.”
“Siz olsaydınız böyle birşey yaparmıydınız? Ömrünüzün son kalan limitli günlerini, fazla bilgi sahibi olmadığınız bir ülkede hiç bilmediğiniz insanlarla geçirirmiydiniz? Sizi bilmem ama, ben Ilona’yı kendime model aldım. Demek ki yaşamınızın son günlerini evinizde geçirmeniz gerekmiyor. Eğer, imkanımız varsa, vücudumuz müsade ediyorsa, bir başka ülkeye gidebilir, onların kültürlerini, yemeklerini ve doğal güzelliklerini onlarla paylaşabiliriz.”
“.... Çok yapmak istediğiniz birşeyi gerçekleştirmek, idealinizdekini yerine getirmek, sonra da bu dünyadan göçmek... Gerçek mutluluk bu olmalı.”
Ilona, beraber seyehat ettiğimiz insanlarda da derin izler bıraktı. Türkiye’ye geldiğimiz gurup, birkaç eksikle geçen hafta Boston’daki Oleana restoranda toplandı. İçlerinden birisi bana bir e-mail yollamış ve demişdi ki: “Ilona sayesinde gurup, adeta birbirlerine sarıldılar. Birbirimize söz verdik, son adam kalıncaya kadar birbirimizle ilgilenip, mümkün olursa zorluklarında yardımcı olacağız.”
Arkadaşlarıma Ilona’yı ve Türkiye seyehatini anlattığım zaman, şöyle bir cevap alıyorum: “Başınız sağolsun. Ama, bu nasıl ölümü karşılama böyle?” Ondan sonra herkes Ilona’nın son günlerini Türkiye’de geçirme kararı ile ilgili çeşitli yorumlar yaptı. Ve kendilerinin ömürlerinin son günlerini nasıl geçirecekleri konusunda hayaller kurmaya başladılar.
Ilona’nın gerçekleştirdiği tek şey, Türkiye’ye şahane bir seyehat yapmak değildi. O, bizi hayatlarımız hakkında düşünmeye de itti. Arkadaşlıklarımız ve gerçekleştirmek istediğimiz hayallerimizi de gözönüne sermemizi sağladı. Bence, onu takip etmeli, arkadaşlıklar kurmalı, tutkularımızın peşinden gitmeliyiz. Ilona, bunları bilse, “yaşasın” derdi.
Bu metin Ilona Baughman’ı anma töreninde 9 Haziran 2012 de okunmuştur.