GÜLER UYGUN’LA ESKİ ANTEP’TEN BİR KESİT
Bodrum Belediyesine ait Bodrum A.Ş.nin Halkla İlişkiler Müdürü Filiz Uygun’la İstanbul’da Hıdır Ellez günü yapılan “Kepçe kepçe Bodrum” etkinliğinde tanışmıştım. Benim Antepli olduğumu duyunca “aaa benim annem de Anteplidir” demişti. Sohbet ilerleyince, annesinin Say ailesinin bir ferdi olduğunu ve bazı aile fertlerinin de Mersin’de yaşadığını söylemişti. Filiz Hanım’la ben Bodrum’a gidince bir röportaj yapmam konusunda anlaştım. Geçen hafta sonu, Tarsus Amerikan Koleji 66 mezunlarının buluşmaları nedeni ile Bodrum’a gittik. Tez elden Filiz Hanım’ı aradım ve görüşmeyi gerçekleştirdik.
Güler Uygun, Antepli Nafi ve Asiye Dayı’ın kızları. Güler Hanım’ın söylediğine göre, “Dayı” soyismi, “Dai”nin Nüfus memuru tarafından yanlış yazılmasıyla ortaya çıkmış bir soyismi! Baba, Nafi Bey aslında Dai ailesinin bir ferdi... Anne, Asiye Hanım ise, İsmail Say’ın kızkardeşi... Arif Ağa ile Meryem Hanım’ın kızları...Her ikisi de lise mezunu olan anne ve baba, Güler Hanım’ın muhteşem sanatçı kişiliği üzerinde büyük etki etmiş olsa gerek...
Anlattıklarını ilgi ile dinledim Güler Hanım’ın. Babasının İzmir’de bir zeytinyağı fabrikası alması nedeni ile beş yaşındayken ayrıldığı Gaziantep’i pek güzel tarif ediyor. Evleri, Alaybey civarındaki Uzun çıkmazdaymış ve avlu döşemeleri pembe mermerden olan şahane bir evmiş. İçerisinde bir havuz da bulunan geniş avluda yapılan kış hazırlıklarını bütün detayları ile hatırlıyor. Yaz boyu, her türlü kuruluk yapılır, salçalar çıkartılır, buğdaydan nişasta yapılır, reçeller kaynatılır, başta bulgur olmak üzere tahıl ambarları dolarmış. Mevsim hafif sonbahara dönünce, et sucuğu, pastırmanın yanısıra; üzüm sucuğu, pekmez ve türevleri de yapılırmış. Bu arada Urfa’dan gelen peynir, Mezbaha Müdürü Osman Özbilgin akrabaları olduğu için, Mezbahanın buzluğuna konurmuş. Urfa’dan peynirin yanısıra sadeyağ da gelirmiş. Tam beş tane mutfağı olan bu güzel evde turşu ve sirke yapılması da ihmal edilmezmiş tabii. Dışı yeşil sırlı ve hepsi aynı boy olan turşu küplerini de unutmamış Güler Hanım. “Turşu küplerinin ağızlarına kareli kumuştan örtüler bağlanır, üzerlerine de küpün içerisinde hangi turşu çeşidi bulunuyorsa o yazılırdı” diyor.
Hem annesinin; hem babasının çok zeki ve akıllı olduklarını söyledi Güler Hanım. Babası Nafi Bey’in patatesi; annesi Asiye Hanım’ın ise makarnayı asla sevmediklerini de hiç unutmamış.
Çocukluğunun geçtiği bu pembe mermerli evin her köşesi Güler Hanım’ın zihnine resmedilmiş gibi... Evin duvarları “Halep sıvası” ile kaplıymış, “kaymak gibiydi” diyor. Sıvanın haricinde kalan odaların duvarları “nacarlı” yani ahşapla kaplı imiş. Evin belli yerlerinde ki herbir kirişin dibinde 200 gramlık gümüş asılıymış. Evin üst katında bugün bile hala aklında kalan çok süslü, desenli, kendisinin “ nakışlı” dediği duvarlar bulunuyormuş.
Annesi, yazın adet olduğu üzere yastık, yorgan,yatak ve minderlerde bulunan yünleri yıkarmış. “O yünler, asla parçalı olmaz, bütün, uzun uzun olurdu” diyor ve ekliyor: “Annem, korkulu rüya görmeyelim diye asla, yastıklarımızın içerisine siyah renkli yün koymazdı”. Avlu mermer olduğu; tuvaletin evin uzak bir köşesinde bulunması nedeniyle; kışları mermer avlu üzerine kaymayalım diye, tuvaletin bulunduğu yere kadar telis açılırdı. Sokak kapısından içeri girdiğinizde direk avluya girmezdiniz. “Avlu ile sokak kapısı arasında bir bölüm olur, gelen eğer avlu uygunsa o bölümden çıkar avluya girerdi” diyor.
Çocukluğundaki Antep’de bulunan bolluk ve bereketi hep hatırlıyor. “Bizim eve herşey küfe ile gelirdi, kağıt kese ile Antep dışında tanıştım” diye eklemeyi unutmuyor.
Babası Nafi Bey’in ne iş ile uğraştığını da sordum. Nafi Bey, Antep fıstığı, kuru incir, bakliyat gibi çeşitli yiyecekleri özellikle yurt dışına ihraç eden büyük bir tüccarmış. İşini genişletmek ve büyütmek amacı ile İzmir’de trilyotin yani uçak benzini ile çalışan bir zeytinyağı ve prina fabrikası satın almış. Birincisinde İzmir’de olan olaylar nedeni ile, diğerleri büyük olasılıkla dikkatsizlikten çıkan yangınlar nedeni ile bu fabrika defalarca yanmış. Her yangın çıkışta babası, Gaziantep’deki mallarını satarak, fabrikayı onarmış ve yeniden çalışmasını sağlamış. Aradan geçen zaman içerisinde bu sefer de İzmir Belediyesi, fabrikanın bulunduğu Tepecik semtinden taşınmasını istemiş. Bu karar üzerine, Annesinin satılan mücevherleriyle, Ödemiş’te entegre bir zeytinyağı fabrikası kurulmuş.
Güler Hanım anlattıkça, ben, bu müthiş girişimci baba Nafi Bey’i içimden alkışladım. Nasıl bir mücadele gücü, nasıl bir iş yapma isteği... Hiç yılmadan senelerce uğraşmış üretim yapabilmek için...
İsmail Say, yukarda da yazdım, Güler Hanım’ın dayısı. Benim kulaklarım, Annemin anlattığı İsmail Say hikayeleri ile dolu. Dedem, Sarraf Sakıp, İsmail Say’ın yakın dostu olduğu için, aileler yakınen tanışıyor. Annem bana, Güler Hanım’ın bahsettiği o pembe mermerli evden de çok bahsetti. Biraz araştırınca, İsmail Say ile Mayıs 1960 a Gaziantep Kültür Dergisinde Cemil Güçyetmez tarafından yapılmış bir röportaj buldum. Röportajın konusu “nişasta sanayisi”... İsmail Say, detayları ile anlatmış nişasta yapımını. İsmail Bey, nişastacılık mesleğine başladığında taş sallarda birkaç gün ıslanan buğday, kadınlar tarafından tepelenir, nişasta öyle çıkarılırmış. Daha sonraları zaman içerine nişasta yapımı da makineleşmiş. İsmail Bey, tesislerini modern hale getirmek için Almanya’dan makina ihtal etmek istemiş. Bu konuda epey çalışma da yapmış, ancak dolar, 280 kuruştan 900 kuruşa çıkınca, sermayesi yeterli gelmemiş ve makinaları ihtal edememiş...
Nişasta, röportajın yapıldığı tarihte basma dokuma sanayinde; baklavacılıkta; şekercilikte ve üzüm suyundan elde edilen, tatlı sucuk, bastık gibi gıda maddelerinin yapımında kullanılırmış. Glikoz çıkınca nişasta endüstrisi eski önemini kaybetmiş. Bugüne gelindiğinde ise, halen baklavacılıkta kullanılan en önemli gıda maddelerinden birisi...
Güler Hanım’a röportaj için teşekkür ederim. Beni, bir süreliğine hem Antep’te, hem çocukluğunun geçtiği İzmir’de hem de halen bağları bulunan Mersin’de gezdirdi.