MEKTUPÇUNUN KIZI...
Ben, Gaziantep'te Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan Akyol İlkokulu’nda okudum. O zaman, şehrin en hoş ilkokulu idi... Diğer okullar daha ziyade evden bozma yapılmış binalar veya eski iken, Akyol, ilkokul olarak yapılmış, pembe rengiyle severek gittiğim bir yuvaydı. Okula ilk gittiğim gün öğretmenim Özden Alp ve Deniz Zorkun ile pek bütünleşmiştim. Fotoğrafta en başta Deniz'i, beni ve maalesef ismini hatırlayamadığım pek şeker, benimle yaşıt başka bir arkadaşımı görüyorsunuz.
Önce, Deniz'le olan arkadaşlığımdan bahsetmek istiyorum. Deniz'in annesi ve babası hakim di. Babası Gaziantep'te sayılan bir Ağır Ceza Reisi idi. Oturdukları ev, okula aşağı yukarı bizim ev kadar mesafede, ancak zıt yönlerdeydi. Hepimiz okula yürüyerek giderdik. Annemin tek endişesi, benim okul dışında satılan yiyeceklerden alıp yememdi, sürekli onu kontrol etmeye çalışırdı.
Deniz'in annesi Nimet Hanım, çok sevilen bir hakimdi. Okullar açıldıktan birkaç gün sonra Deniz'e sormuş: "Kızım, arkadaş edinebildin mi?" Deniz cevap vermiş: "Evet, hem de çok sevdim, ismi Ayfer!" Nimet Hanım devam etmiş: "Peki Ayfer'in babasının ne iş yaptığını sordun mu?" "Evet" demiş Deniz, "Babası mektupçuluk yapıyormuş." Nimet Hanım, Ayfer'in babasının mesleğini pek anlayamamış ve herhalde posta dağıtımcılığı yapıyor diye düşünmüş.
Nimet Hanım birkaç gün sonra okula gelip öğretmenimiz Özden Hanım ile konuşmuş. "Deniz, Ayfer isminde bir arkadaş edinmiş, onu çok seviyor, babası da posta dağıtımcısı imiş, öyle mi?"
Özden Hanım güzel bir kahkaha atmış. Ve "Ayfer, Osman Tuzcu'nun kızı, babası gazeteci!" Bu sefer beraber gülmeye başlamışlar. Nimet Hanım: "Aaaa ben Osman Bey'i gayet iyi tanırım, demek Ayfer onun kızı, çok memnun oldum."
Belki de bu tanışmadan sonra biz, ailecek görüşmeye başladık. O günlerden aklımda kalan tablo şöyle... Cumartesi akşamları yemekli olarak evlerde toplanılıyor. Bizim evin salonu büyüktü. Başka bir paylaşımda annemin pencerelerin içerisinde yetiştirdiği muhteşem çiçeklerden söz etmiştim. O çiçekler de dekor... Bir uzun masa yerine iki ayrı masa var. Masalarda önce, hanımların hazırladıkları muhteşem yemekler yeniyor. Gelen misafirler meze türünde yemekler de getirirlerdi galiba... Nimet Hanım'ın yaptığı muhammaranın tadı belleğime kazılmıştır. Annem de ondan öğrendi muhammara yapmasını... Neyse, mayonez pek moda... Kim yapardı o mayonezi hatırlamıyorum. Ama, Rus salatasının tadı da belleğime kazılmış... Bir de cevizin yağının çıkarılarak yapıldığı Çerkez tavuğu var... Onun tadı da duruyor belleğimde... Annem de o kadar zevkli sofralar hazırlardı ki, sadece yemekler lezzetli olmazdı, gözler de lezzete doyardı. Yıllar sonra 2010 yılında Şam'da pek şık bir lokantada yemek yerken, annemin kurduğu muhteşem sofraları düşünüp pek hüzünlendim! Annem de sofraya meze olarak ıslanmış badem koyardı. Ben de o geleneği sürdürüyorum.
Evet, şık yemekler yenildi, içkiler içildi, bitti. Meyve ve tatlı ikramı daha sonra olacak... İsteyen ıslanmış badem ve çerezle içkisine devam edebilir. Kısıtlama yok! Herkes yardım eder, sofra mutfağa taşınır, mutfak tertiplenir, tamam! Şimdi sıra bezik ve konken çeşitlerini oynamakta... Masa örtüleri değişir! O zaman çuha örtü yoktu galiba... 1960’lı yılların başından söz ediyorum. Annemin işlediği pek şık masa örtüleri vardı, onları örterdi masanın üzerine.
Önemli bir şeyi yazmayı unuttum! Bu sofrada Deniz'in anne ve babası, Hakim Lami Bey ve eşi, bir hakim ve eşi daha vardı, ama ismini hatırlayamıyorum. Acaba o kişi bir avukat ve eşi miydi? Neyse, çocuk olarak sadece ben ve Deniz olurduk galiba... Kimse çocuğunu gece gezmesine getirmezdi. Deniz, bize gelindiğinde getirilir, ben de Denizlere gittiğimizde götürülürdüm. Lami Bey'in ve diğer çiftin çocuklarını hatırlamıyorum, onların evi de yok belleğimde, demek ki beni götürmezlerdi.
Antakyalıların, Gazianteplilerin konken öğrenmesinde büyük katkıları olmuştur diye düşünüyorum! Çok küçük paralarla oynarlardı, fiş olayı daha sonra geldi! Oyunları kesinlikle kumar değildi! Hepsi, gazete ve kitap okuyan insanlardı, okuduklarını tartışırlardı, oradan epey şey aklımda kaldı! Bir de babam ve hakimler günlük adli vakaları konuşur, fıkralar anlatırlardı. Bazen o kadar çok kahkaha atarlardı ki kağıtlar masaların üzerine saçılır, bunlar, gözlerinden yaş gelerek gülerlerdi. Oyun bozulurdu tabii... Ama ne gam! Meyve ve tatlı faslına geçilirdi.
Bütün bu hoş atmosfer içinde Deniz ve ben masaların altında bir yerlerde oyun oynardık. Evcilik oynamazdık! Kağıda çizilen oyunlar vardı, Amiral Battı gibi... Babam bana oyun da alırdı herhalde... Sanki kutunun içerisinden çıkardığımız bir oyunlar vardı, sessiz sessiz onları oynardık. Aaaa bir de hikaye kitaplarını anlatırdık birbirimize, özellikle de ben, çok hikaye bilirdim!
2000’li yılların başında Halep'te Gina isimli bir turizmci ile tanıştırdı beni Armen. Onun annesine hediye olarak Gaziantep'te yapılan bakır üzerine gümüş kaplama ayaklı bir pasta tabağı, kutuda yaş baklava götürmüştüm. Gina'nın annesi beni ısrarla evlerine davet etti. Gittim. Aaaa aynı çocukluğumdaki bizim ev... Pencerelerde çiçekler...Masalar kurulmuş, hem yiyecek var hem de konken! Bu arada hanımefendi benim getirdiğim tabağa baklava koymuş, ikram masasının ortasında duruyor. Pek de havalı olmuş... O kadar çok iltifat ettiler ki, Gina'nın annesi pek mutlu oldu. Orada bir kez daha Ortadoğulu olduğumu anladım!
Tekrar fotoğrafa dönmek istiyorum! Burası amcazademiz Celal Tuzcu'nun bağ evi olmalı... Bahçesinde, soğanlı, koskocaman açan Adalya çiçekleri vardı... Çok çeşitli çiçekler ve kavak ağaçları hatırlıyorum...Bir de kuyudan çekilen suyun boşaldığı haraf... Anteplicede karaftan bozma, hoş bir kelime, havuz anlamında... Benim üzerimdeki elbiseyi annem tasarlamıştı. Pembe etamin üzerine kırmızı iplikle işlemişti, pek şıktı! Kafamdaki süs, doğum günüm olduğu anlamına gelebilir! Annem, tel çırpacak ve pasta tenceresi ile muhteşem kekler yapardı... Yumurtayı çırpmak için kullanılan tel çırpacağı sıra ile bütün çocuklar kullanırdı. Yumurtanın şekerle yoğurt kıvamında koyulaşması gerekiyordu. Bir de el makinası vardı, orada bol miktarda fıstık çekerdi, onu da kekin içine koyardı. Yağ yok! Tanrım, nasıl kabarırdı o... Ve ne kadar lezzetliydi... Ben, hiç annemin yaptığı kek kadar lezzetli kek yemedim hayatımda... Eminim fotoğrafın gerisinde o kek, envai türlü poğaçalar ve kim bilir daha neler vardı? Ve tabii huzur vardı, huzur...
Yarın sevgili ağabeyim Aykut Tuzcu’nun doğum günü. 26 Nisan doğumlu. O yüzden, Türkerciğimle dayısının Hitit tasarımı mekanına gittik. Nurgün, kuzenim Semiha ve Fazilet’le. Etrafına sarı papatyalar ekip, mum yakarak erken doğum günü kutlaması yaptık ona… Bir süre de oturup, onu güzel anılarla hatırlayıp, sohbet ettik orada. Eminim, annem, babam ve ağabeyim de orada bizimle birlikteydi. Anlattıklarımızı ilgiyle dinlediklerini biliyorum.